The İmam Filmi -1
Sabri Hoca geçenlerde öğrencileriyle birlikte bir film izlemişti. Bunu haber alan diğer öğrenciler de bu filmi seyretmek istemiş ve böylelikle Sabri Hocanın okulda dersine girdiği bütün öğrenciler bu filmi izlemişlerdi. Bu filmi önce evde Sabri Hocayla beraber izlemiştik.
Filmin adı “The İmam” idi. Sabri Hocanın okulu
da imam hatip lisesi olunca onun ne denli bir karar aldığını filmi seyredince
anlamıştım. Filmin başrolünde konserleri ve albümleriyle tanıdığımız meşhur
ilahi sanatçımız Eşref Ziya Terzi vardı. Filmin senaryosu yakinen tanıdığımız
ve sohbetinde bulunduğumuz şair, yazar,
senarist merhum Ömer Lütfi Mete yazmıştı. Yönetmen ise İsmail Güneş’ti.
The İmam filminde Eşref Ziya gibi birbirinden
değerli oyuncular vardı. Mesela Hacı Feyzullah rolüyle Ahmet Yenilmez ki onu
Deli Yürek, Ekmek Teknesi ve daha sonra Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde hepimiz
tanırız. Bir diğer değer verdiğim oyuncu Turgay Tanülkü vardı. Kurtlar Vadisi
dizisinin Şahin Ağası,… Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizileri, onun iki yüze
yakın dizisi arasında birkaç tanesiydi.
Bu film 2005 yılında çekilmişti. Filmin
çekildiği yer, Malatya’nın Darende ilçesine bağlı bir köydü. Neden bu coğrafi
bilgiyi veriyorum. Çünkü mekân ile filmin senaryosu birbirini burada
tamamlıyor. Darende ilçesi ve civarı Şeyh Hamid-i Veli hazretleri ya da diğer
adıyla Somuncu Baba’dan dolayı insanları dindar olan bir beldedir. Bu büyük
İslam ermişinin öğretisi tasavvufi anlamda bu belde halkını etkilemiştir.
Nitekim senaryoda bunu kıvrak bir şekilde işleyen Ömer Lütfi Mete; Darende
köylülerini dindar, oraya sonradan gelen göçerleri Hacı Feyzullah’ın gözünde
ayyaş, sarhoş, afyoncu olarak göstermektedir. Merhum Muhsin Mete, bölge
sosyolojisini iyi okumuş, oradaki hakikati filme taşımıştır.
Filmin konusuna gelelim. İmam hatipte beraber
okuyan iki arkadaştan 101 Mehmet, hayal kurduğu imamlık mesleğini kazanmış ve
görevini Anadolu’nun ücra bir köyünde sürdürmektedir. İmam hatipte okurken 101 Mehmet’in etkisinde kalmış
ve ona pîrim diye hitap eden Emrullah ise
imam hatip lisesini bitirdikten sonra yurt dışına gitmiş. Orada bilgisayar
mühendisliğini okumuş. Yurt dışında iken imam hatip kültürünü, ahlakını ve
terbiyesini bırakmış. Batı tarzı bohem bir hayatı benimsemişti.Yurda döndükten
sonra kendisi gibi gününü gün eden, kötü kadınlarla düşüp kalkan, aile kavramı
nedir bilmeyen birisiyle bilgisayar şirketi kurmuştur.
101 Mehmet’in mide kanserine yakalanması, hastaneye gelmesi ve hastane sonrasında Emrulah’ı şirketinde ziyaret etmesi film için bir dönüm noktasıdır. Emrullah, şirkette ve sivil hayatta ismini Emre diye değiştirmiştir. 101 Mehmet, Emrullah burada mı diye sorsa da şirketin sekreteri Emrullah diye birinin burada olmadığını söyler. Tâki Emrullah içeriye girip onu tanımasıyla yeni bir sahne oluşmuştur. Emrullah’ın iş ortağı , 101 Mehmet’in “ben imam hatipten sınıf arkadaşın 101 Mehmet” demesi üzerine kahkahalar atması ve onları alaya alması bir dönüm noktası olmuş. Emrullah, tabiri caizse karşı mahalleyi terkedip eski mahallesine dönmüştür.
101 Mehmet’in hastanede olduğu
süre boyunca köye gidip camide imamlık
yapmıştır. Onun köye gidişi bohem hayatından bazı işaretler taşısa da Emrullah
artık kafasındaki bohem-modern hayatı silmiştir. Motosikletli, deri ceketli,
uzun saçlı bir imam... Çok modern bir bayanla var olan evliliğini bu arada bitirmiştir. Hatta imam olarak gittiği köyde
evliliği bile düşünmüştür.
Filmin sonunda 101 Mehmet vefat eder, Emrullah, onun
cenazesini yıkadıktan sonra İstanbul’a
gelmiş, tekrar işinin başına dönmüştür. Ayrıca çok sevdiği ve çok pahalı
motosikletini de camiye gelen ve kendisinden Kur’an dersi alan gençlere-çocuklara
hediye etmiştir. Onun görevini köylülerin kabullenmediği bir göçer çocuğu olan Hasan
sürdürecektir. 1001 Mehmet, Hasan’ı yetiştirmişti. Emrullah da ona ezan
makamlarını öğretmiş, ezanı duyan herkes, şaşkınlığını gizleyeyemişti.
101 Mehmet’in imam hatip lisesini bitirip imamlık sınavlarını kazanması ve Emrullah’ın ise imam hatip lisesi sonrası bilgisayar mühendisi olması, 28 Şubatçıların tezlerine yapılan güçlü bir itirazdır. 1997 tarihinde bin yıl sürmesi planlanan zulme güçlü bir itiraz. 28 Şubatçılar ne diyordu. İmam Hatipliler, adı üstünde sadece imam hatipli olacaklar. Doktor olmasınlar, avukat olmasınlar.Sadece imam olsunlar, ölü yıkayıcı olsunlar. Burada ölü yıkamak bizim nazarımızda dinî bir vecibedir. Her Müslüman’ın aslında görevidir. Ama modern zamanda görevler tanzim edildiği için ölü yıkama sanki imam dışında yıkamanın yasak, hatta günah olduğunu zannedenler bile var. Köyde iken rahmetli babam imam olmadığı halde imam yokluğunda vefat eden birçok akrabamızın cenazesini yıkamıştı. Bu bilgiyi aklımızdan çıkarmamak gerekir. Şimdilerde ise aileler, çocuklarını daha iyi meslek edinmeleri için imam hatibe göndermeme eğiliminde. İmam hatibe gönderenler de proje imam hatip lisesine gönderiyor. Bu düşüncemi kıymetli yazar ve fikir adamı Selim Cerrah Bey de şu cümleleriyle teyit etmişti. “Bazı aileler çocuklarının kâmil insanlar olarak yetişip olgunlaşması için değil, fazla kazandıran mesleklere eleman olması için gayret ediyor. Çocukları gerçekleşmeyen hayallerinin laboratuvarı gibi görüyorlar...”
Geçtiğimiz
yıl, ülke sıralamasında önemli bir yerde olan bazı proje imam hatip okulları; tıp fakültesi, hukuk, mühendislik, diş hekimliği gibi
fakültelere öğrenci yerleştirirken ilahiyat fakültesine hiç öğrenci
yerleştirmemişti. Şimdilerde koca koca ilahiyat fakültelerine zeki öğrenciler
gitmiyor maalesef. Evet herkes dinini öğrenmek zorundadır.Ama İslam alimi
yetiştirmek için Ebu Hanife gibi, İmam Şafii gibi parlak ve berrak zekalı gençlere
ihtiyacımız olmayacak mı?
Sabri Hocayı görünce soracağım: “bize ne
oluyor hocam, kime hizmet ediyoruz.”
Not 1: Gelecek yazıda Motosikletli İmam’ın kendini bulma arayışını yazacağım.
Not 2: Bir proje ihl okulu da
ülkenin en yüksek puanlı ilahiyat fakültesini kazanan öğrenci sayısını büyük
rakamlarla yazmaktan imtina etmiş, daha düşük puanlı/ağza bile alınmayacak
yerleri afiş afiş nazara vermişti. Bu notu da bir hocamız paylaştı.