TEVHİT İÇİNDE VAHDET
İslam coğrafyasının en zayıf tarafı, farklılıklar içinde bir arada yaşamayı sağlayan bütün kaynaklarının ve dinamiklerinin kurutulmuş veya etkisiz kılınmış olmasıdır. İslam, insanlığı tevhit içinde vahdete davet eden bir dindir. Ancak Müslüman toplumlara hakim olan durum, tevhit içinde vahdet değil, tefrik içinde tefrikadır. Irk, din, dil, kabile ve mezhep gibi gerekçelerle Müslüman coğrafyası bir kan denizine dönmüş durumdadır. Müslümanlara tevhit ve vahdet unutturulup tefrik ve tefrika sürekli empoze edilmektedir. Müslüman coğrafyanın emperyalizmin hegemonya alanı olmasını sağlayan şey, tefrik içinde tefrika zihniyetidir.
Müslümanlar, tarih boyunca farklılıklarıyla birlikte bir arada yaşamalarını sağlayan büyük bir insani kültür ve birikim geliştirdiler. Müslüman toplumlarda kriz ve acı hallerinde yasla, kayıpla ve acıyla başa çıkmak için paylaşıma, empatiye ve yardımlaşmaya dayalı derin bir bilinç ve uygulama vardı. Modern dönemde Müslüman toplumların, ölüm, acı ve kriz karşısında bir ortaklaşma ve paylaşma gerçekleştiremediğine şahit oluyoruz. Herkes kendi kabilesinin acısına ve kaybına üzülmekte, ötekinin acısını önemsememekte hatta ötekileştirmektedir. Ortak yas ve acı kültürünü kaybetmemiz içinde yaşadığımız krizleri derinleştirmekte, akıl ve sağduyumuzun körleşmesine neden olmaktadır.
Modern döneme kadar hiç şahit olmadığımız, tarih ve kültürümüze yabancı şiddet biçimlerine şahitlik ediyoruz. İçimizden insanların din ve etnisite adına kendilerini feda etmesi, büyük bir sorundur. Her türlü canlı bomba eylemi, kim adına yapılırsa yapılsın bir vahşet eylemidir. Toplumumuzun ihtiyaç duyduğu şey canlı bombalar değil, canlı hayatlardır. Canlı hayatların coşkusuna katılmak yerine, canlı bombaların taziyelerine gidip ölümün halk için yapılan fedakarlık olarak kutsanması, büyük bir yozlaşma halidir.
Ankara'da gerçekleştirilen son bombalı araç katliamıyla toplumumuzda fedailik adı altında yeni bir şiddet dalgasının pratiğinin işaretlerini görmekteyiz. Gençlerimiz, fedailik adı altında canlı bombalara dönüştürülmektedir. Türkiye'nin bu anlamda Filistinleşme tehlikesi bulunmaktadır. Fedailik adı altında terörizm ve şiddetin kutsanamayacağını ve meşrulaştırılamayacağını gençlerimize ve insanlarımıza fark ettirmemiz gerekmektedir. Şiddet yapıları, gençlerimize fedailik adı altında şiddet eğitimleri vermektedirler. Şiddet ve ölüm eğitimlerine karşılık gençlerimiz için hayat eğitimi programları hazırlanmalıdır. Şiddet ve terörizme karşı barış ve hayat eğitimi programlarının uygulamaya geçirilmesine ihtiyaç vardır. Bugün ihtiyaç duyduğumuz nesil fedai nesil değil, barış neslidir.
Müslümanların iç çatışmaları yüzünden Suriye'de Esad rejimi ve onun koruyucusu olan Rusya'nın emperyalist politikalarında ilerlemeler olmaktadır. Suriye tecrübesi, Müslüman toplulukların stratejik bir beyne sahip olmadıklarını, ancak Esad-Rusya-İran ittifakının ortak bir stratejik beyinle politika geliştirdiklerini göstermektedir. Gençlerimizin canlı bomba olarak birer vahşet ve ölüm makinesi haline gelmelerini sağlayan şey, işte bu stratejik beyindir.
Hükümetin Suriye politikası şiddetle eleştirilmektedir. Hükümeti Suriye üzerinden eleştiren çevreler, muhalefet ihtiyaçlarını bu şekilde ifade edebilirler. Ancak Suriye örneğinde karşımıza çıkan şey, hükümetin ötesinde Müslüman toplumların yaşadığı derin ve esaslı bir problemin varlığını ortaya koymaktadır. Müslümanların barış içinde bir arada yaşamalarını sağlayacak ve krizler karşısında çözümler bulmalarını sağlayacak stratejik beyin veya stratejik insan sermayesi yokluğu net bir şekilde ortaya çıkmış durumdadır.
Gençlerimizin basit birer ölüm aracına dönüştürüldüğünü ve siyasi yapılarımızın dar bir ideolojik kapana kısıldığını görüyoruz. Siyaseti ideolojik sözcülük ve propaganda olarak anlayan bir yaklaşımın stratejik bir beyinle hareket etmesi mümkün değildir. Suriye'de Müslüman toplulukların tıkanmasının ve Rusya-İran ikilisinin Suriye'yi işgal etmesinin dünya nezdinde meşrulaştırılmasının nedeninin hizipçilik, şiddeti ve kısır çekişmeleri siyaset ve strateji sanma yanılsamasından kurtulamamak olduğunu söyleyebiliriz.
Stratejik beyin, bir anda oluşacak bir şey değildir. O, birikim, bilgi, tecrübe ve bilgelik gerektiren zorlu bir kazanımdır. Coğrafyamızın feda edilmesi ve insanımızın fedaileştirilmesiyle hiçbir toplum kesiminin kazanamayacağı, fakat herkesin kaybedeceği bir kriz döneminden geçiyoruz. Acısını, sorununu, farklılığını, politikasını ve yaşama sevincini birlikte inşa edeceğimiz yeni bir kültür gereklidir. Bu yeni kültür, adalet, barış ve özgürlük değerlerine dayalı olan tevhit içinde vahdet paradigmasına dayanmalıdır. Tevhit içinde vahdet paradigmasını sahiden içselleştirebilirsek, uygulayabilirsek ve geliştirebilirsek stratejik bir insani kaynak oluşturmanın ortamını oluşturabiliriz.
İslam'ın tevhit içinde vahdet çağrısının amacı, hiçbir devleti, partiyi, grubu, örgütü veya ırkı savunmak ve korumak değildir. Tevhit içinde vahdet paradigmasının amacı, tefrik içinde tefrikaya düşme hastalığına karşı insanı korumaktır. İnsanı korumayı amaçlayan bir anlayış, mevcut krizlerden çıkışa imkan verecek yeni bir kültürün oluşumunu sağlayabilir.