Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Temmuz 2014

Tevhid-i Tedrisat'ın Zararları

Türkiye'de 1924 yılında yürürlüğe sokulan Tevhid-i Tedrisat kanunun büyük bir kültür hamlesi olduğuna dair üretilmiş yaygın bir kanaat var. O dönem neredeyse her inkılabın sorgulanmadan kamuoyu önünde birer efsaneye dönüştürüldüğünü dikkate aldığımızda Tevhid-i Tedrisat Kanunu hakkında da benzer birtakım efsanelerin üretildiği bir gerçektir.Türkiye'de bir taraftan tabulaşan bir taraftan da koruma altında tutulduğundan ötürü olsa gerek bu tür kanunlar hakkında ne yazık ki yeterli çalışmalar yapılmamıştır. Dolayısıyla bugün neredeyse bir örneğini 3.dünya ülkelerinde bile rastlamadığımız Tevhid-i Tedrisat'ın eğitim sistemini nasıl sekteye uğrattığı yönünde elimizde çok az çalışma bulunmaktadır.

Tevhid-i Tedrisat 19.Yüzyıl dönemi ulus devletçi sistemlerin estirdiği "tekçi" anlayışın bir ürünüdür. Bilindiği gibi o dönem ulus devletlerin hakim ideolojilerini toplumun tüm kesimlerine yaymak adına eğitimi kurumsallaştırdıklarını görüyoruz. Dolayısıyla eğitim mecburi ve parasız tutularak ideolojik bir endoktrinasyon kurumu olarak işlev görmüştür.Toplum bu tür sistemlerde eğitim kurumları aracılığıyla değiştirilmek istenmiş mevcut egemen ideolojilerine bağlılık ve itaat buralarda aşılanmaya çalışılmıştır.Bunu da yürürlüğe soktukları kanunlar marifetiyle gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bizdeki Tevhid-i Tedrisat kanunu da bunlardan biridir. Bir kanunun işlevini öğrenmek için o kanunun gerekçesine bakmak gerekir. Söz konusu kanunun gerekçesinde; "Bir millet efradı ancak bir terbiye görebilir. İki türlü terbiye, bir memlekette iki türlü insan yetiştirir" denilmektedir. İsmet İnönü'de; "Hedefe varmak için her cahilane itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir biz dini değil milli terbiye istiyoruz" diyerek bu konudaki kararlılığını ifade etmiştir.

Türkiye, çıkardığı bu yasa ile eğitimde merkeziyetçi yönetim anlayışını benimsemiştir. Bugün MEB Teşkilatı; bakanlık; bakan, müsteşar ve müsteşar yardımcılarından oluşur. Bakanlığın her kademesindeki yöneticiler görevlerini usulüne uygun olarak yürütmekten üst kademedeki yöneticilere karşı sorumludurlar. Öğretmen atama ve yer değiştirme, eğitim programlarının oluşturulması, eğitim politikalarının belirlenmesi gibi işler bakanlıkça yürütülür. Her ilde ve ilçede bir Milli Eğitim Müdürlüğü bulunur. Okullar, müdür ve müdür yardımcıları tarafından yönetilir. Kısacası bu "birlikte" ciddi bir hiyerarşik merkeziyetçi örgütlenme hakimdir. MEB hala ulusal düzeyde bu tür bir merkeziyetçi yönetim anlayışıyla eğitim faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Bu da neredeyse yaklaşık 1 milyon çalışanı ve 25 milyon öğrencisiyle devasa bir yapıya sahip bakanlığın, tek merkezden yönetilmesi anlamına gelmektedir. Buda ciddi eğitim sorunları doğurmaktadır. Oysa Almanya, Kanada ve ABD'de eğitim hizmetleri merkezden kumanda edilmez. Eğitim sistemi eyaletlere göre farklılık göstermektedir. Fransa, İngiltere, İsveç, İtalya, Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde eğitim yerel yönetimlere devredilmiş durumdadır. Bu ülkelerde özellikle belediyeler eğitim faaliyetlerinde önemli bir yere sahiptir.

Demokratik ülkelerde devlet okulların yanı sıra Waldorf, Montessori,Reggio Emillia, Homeschooling gibi alternatif eğitim modellerinin de uygulandığını görmekteyiz. Çünkü demokratik dünya İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Madde 26/3'de "Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler" maddesinin gereğini yerine getirmektedir. Türkiye'de eğitim, standart müfredatı ve yöntemi ile tek merkezden yürütülen bir faaliyet olarak varlığını devam ettirmektedir. Devlet merkezli bir eğitim anlayışında da bireyler, ne yazık ki tek-tip bir düşünceye (Kemalizm)bağlı ve bağımlı olarak yetiştiriliyor.

Tevhid-i Tedrisatçı eğitim sistemi eğitimi finansman olarak da zora sokmaktadır. Bilindiği gibiTürkiye'de hükümetler anayasaya göre her yıl genel bütçeden eğitime ciddi oranda kaynak aktarımı yapmak durumundadır. Başka bir ifadeyle eğitim devlet tarafından sunulan ve vergiler yoluyla finanse edilen bir faaliyettir.Ne var ki devlet vergi mükelleflerinden eğitimin finansmanını temin yoluna giderken vatandaşların gelir düzeylerini dikkate almadan yapmaktadır. Her yıl ayrılan yüklü miktarda kaynaklara rağmen okulların bir yığın sorunları da çözülememektedir. Üstelik velilerin önüne tercih imkanı sunmayan standart bir müfredat ve tek-tip bir eğitim politikası da zoraki dayatılmaktadır. Kısacası sürekli artan eğitim talebine cevap verilemediği gibi mevcut finansman yöntemiyle de sistem tam manasıyla bir çıkmazın içindedir.

Sonuç:

Türkiye'de eğitimin dayandığı temel felsefe ciddi anlamda gözden geçirilmelidir.Tevhid-i Tedrisat kaldırılmalıdır. Ayrıca 1973 yılında kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu da dünyaya, gelişmelere ve yeniliklere ayak uyduran bir bakış açısıyla yeniden yazılmalıdır. Kimsenin eğitim üzerinden toplumu dizayn etme yetkisi olmamalıdır. Eğitimin, bireyin doğuştan getirdiği temel haklar doğrultusunda özgürleştirici bir işlevi olmalıdır. Özgürlükçü, çok dilli, çok kültürlü, çoğulcu yeni bir eğitim felsefesine ihtiyaç vardır.Türkiye'nin demokrat, insan haklarına saygılı, fikir ayrılıklarına açık, herkes için özgürlük talep eden vicdan, ahlak ve erdem sahibi kaliteli bireylerin yetişmesine olanak sağlayan yepyeni bir eğitim anlayışıyla yoluna devam etmesi gelinen noktada artık bir zorunluluktur.

twitter.com/sivildemokrat