Tevfik Fikret'i nasıl bilirdiniz?
Tevfik Fikret’i nasıl bilirdiniz sorusundan önce şu meşhur Temel fıkrasını hatırlamakta fayda vardır. Fıkraya göre Temel, karıştığı bir trafik kazası sonrası hâkim karşısına çıkarılır. Hâkim sorar, anlat hele nasıl yaptın bu kazayı. Temel anlatıyor… Hâkim bey yolda gidiyordum, frenim patladı. İleride sağda bir çocuk vardı. Solda ise Pazar kuruluydu. Peki, sonra ne oldu, demiş hâkim bey. Ne olacak hâkim bey, her şey çocuğun pazara doğru kaçmasıyla başladı? Fıkranın tamamını anlatmaya gerek yok.
Geçtiğimiz hafta aynı gazetede köşe yazarı olan bir arkadaşımız bir yazısında Tevfik Fikret’i anlatmıştı. Her hafta Milat gazetesinde yazılarım çıktığı gibi gazetedeki diğer köşe yazarlarının da yazılarını okurum. Yazılarımız gündeme dair işaretler taşımasa da geleceğe dair önemli mesajlar vermektedir.
Tevfik Fikret hakkında yazı yazan
arkadaşımız, bu yazısıyla bir değerlendirme yazısından ziyade bir güzelleme ve
şairi göklere çıkarma yazısına dönüştürdüğünü gördüm. Geçmişte olduğu gibi
bugün de Tevfik Fikret’i sol cenah ve seküler güruh adeta bayraklaştırmaktadır.
Bu kesim onun her şiirininden hatta her mısrasından Batılılaşma, modernleşme ve
aydınlanmaya dair bir karine aramışlardır.
Demem odur ki Tevfik Fikret zaten
kendi mahallesinde fazlasıyla el üstünde tutulmuş hakkında binlerce güzelleme
yapılmıştır. Fikret; yalnız bırakılmış, arkasında hafiyeler gezdirilmiş,
ülkesinden kovulmuş bir şair değildi. Ki Fikret ve arkadaşları Abdülhamid’in
olduğu yerde olmayız deyip Yeni Zellanda’ya gitme isteklerini de biliyoruz. 1900
yılında İngiltere, Güney Afrika’da Boerler ülkesini mağlûp etmesi üzerine
Tevfik Fikret ve arkadaşları bu galibiyeti tebrik eder. Hatta İngiliz sefaretine
(büyükelçiliğine) bir bildiri de sunarlar. Bu bildiride Tevfik Fikret’in imzası
vardı. O dönem aydınları Fikret’i epeyce eleştirmişti.
Tevfik Fikret’in İslamî düşünür ve aydınlarda
karşılığı ise şudur. Biraz da literatür bilgilerimize hatırlarsak bu şairin
Galatasaray lisesinde iki önemli hocası vardı. Recaizade Mahmut Ekrem ve
Muallim Naci… Recaizade, bilindiği üzere Batılı değerleri savunan bir şair ve
yazar iken Muallim Naci ise İslamî değerleri savunan şiir ve yazılarıyla dikkat
çekmiş şair- yazarlarımızdandı. Tevfik Fikret, ilk şiirlerini Muallim Naci’nin
etkisinde yazar. Yine onun vasıtasıyla eski tarzdaki ilk şiirleri Tercümân-ı
Hakîkat’ta yayımlandı (1884-1885). Bu şiirlerinde Tevfik Fikret, daha itidallı,
İslamî değerlere saygılı, Batılı değerlere karşı da ön yargıyla yaklaşan bir
tavır içindeydi.
Fikret, 1901 yılında İstanbul için
yazdığı Sis adlı şiiriyle bir dönüm noktası yaşamış gibi. İstanbul’u bin
kocadan dul bir kadın olarak tanımlarken aslında etkilendiği Fransız şair
Bodler’in (Baudelaire ) Paris için yazdığı “Epilogue” adlı bir şiiri vardır.
Bodler’in bu şiiri başkent Paris’i tasvir eden bir şiirdir. Bu şiirle Bodler,
Paris’i tasvir ederken ortaya bir bakış
açısı ve bir
dünya görüşü sergiler. Burada Paris, lanetli bir şehir olarak tanımlanır. Ona
göre Paris, İnsanı ezen bir şehirdir. Tevfik Fikret’in Sis şiiri ile Bodler’in
Epilogue şiiri arasında metinlerarası bir ilişki söz konusu. Ve Fikret, bir esinlenmeden
çok Epilogue şiirini adeta iskeletini almış ve Sis şiiri yazmıştır. Bodler,
nasıl ki Napolyon’u istenmeyen adam ve kızıl sultan ilan ederken Batılılaşma
eğiliminde olan Tevfik Fikret de Sultan Abdülhamit Han’ı kızıl Sultan ve
diktatör adam olarak ilan etmişti. Bununla yetinmeyen Fikret, Abdülhamid’e
bombalı suikast hazırlayan Ermeni çetelerini alkışladığı “Bir Lahza-i Teahhur”
(1906) adlı bir şiir de yazdı. Fikret’in burada hain emeller peşindeki
Ermeniler’i alkışlaması, hem o yıllarda hem bu şiirin yayımlandığı II.
Meşrutiyet sonrasında çok eleştirilmiştir. Sizce Tevfik Fikret, Abdülhamid Han
gibi bir devlet başkanına karşı böyle düşmanlık etme cesaretini nereden almıştır. Cevabımız onun hayatındaki bir
dönüm noktası olan Robert Kolejinde hocalığa başlamasıydı. Fikret, artık
buradaki hocaların etkisindedir.
Fikret’in kendi hayatında en büyük
çelişkisi belki de oğlu Haluk’tur. O, oğlu sayesinde memlekette fen ve
teknoloji ile ilerleyeceğini düşünür. Oğlu Haluk’u Türk gençliğine örnek bir
şahsiyet olacağını hayal eder. Bu nedenle Haluk’u İskoçya’ya (İngiltere) göndermişti.
Fakat ne hikmettir ki Haluk Hristiyan bir papaz olmuştu.
İnşallah
haftaya devam ederiz.