Tevfik Fikret Portresi
Geçtiğimiz
haftalarda “Tevfik Fikret’i Nasıl Bilirdiniz?” diye bir yazı kaleme almış ve şair
hakkında bazı mülahazalarda bulunduktan sonra gelecek hafta yazıya devam
edeceğimizi söylemiştim. Bir sonraki hafta güncel bir durum ortaya çıktığı için
Tevfik Fikret yazısını tehir etmiş ve Rize hakkında bir yazı yazmıştım.
Birkaç gün sonra
müzmin bir okurumuz beni aradı. Edebiyat mahfillerinde edebiyatçıların dostu
olarak bilinen, merhum Abdülkadir Karahan hocamızın manevi evladı, aynı gazetede köşe yazarı olan M. Nuri Yardım
hocamızın Edebiyat fakültesinde dönem arkadaşı Müslüm Ülgen idi bizi arayan.
Hararetli bir
şekilde yazının devamı nerede diye soru sormuştu bana Müslüm Ülgen ağabeyimiz. Bu
husus, gazete yazarlığının okura karşı bir sorumluluk duyması gerektiğinin
beyanıdır. Yıllar önce Cumhuriyet gazetesinde bir tefrika romanı neşreden yazar
bir hafta sonra romanın kahramanını öldürünce bütün okurlar gazete önünde
oturup nümayiş-eylem yapmıştı. Bizim yazar dostu olarak adlandırdığımız Müslüm
Ülgen ağabeyimizin bu duruşu da kalem sahibi insanlara kalemlerinin ne kadar
onurlu olduğunu tekrar hatırlattı.
Tevfik Fikret’e
gelince…
Fikret’in kendi
hayatında en büyük çelişkisi belki de oğlu Haluk’tur. O, oğlu sayesinde
memleketin fen ve teknoloji ile ilerleyeceğini düşünür. Oğlu Haluk’u Türk
gençliğine örnek bir şahsiyet olacağını hayal eder. Bu nedenle Haluk’u
İskoçya’ya (İngiltere) göndermişti. Fakat ne hikmettir ki Haluk Hristiyan bir
papaz olmuştu.
Yazımızın devamında Fikret için yazılmış onca malumat ve bilgi kırıntısını elekten
geçirerek yazmaya çalışacağız. Nitekim zamanımızda fikrî anlamda Fikret’in tam
karşı cenahında yer alan yazarların-ediplerin bu şairden hikmet pınarcıklarını
keşfetmesi ağrımıza gidiyor doğrusu. Mürai edebiyatı cinsinden edebiyat tarihi
derslerinde okutulması gereken bir derstir aslında bu durum.
Toplumu ayrıştırmamak adına hakikatin ortaya çıkmasını engelleyenler gün
gelir Ebu Leheb’e, Ebu Cehil’e de güzelleme yapıldığında ses çıkarmayacaklar.
Nitekim geçtiğimiz yıllarda Ateizm Derneği, bizim mürayilerden daha samimi bir
şekilde şu sesi vermişti.
“……. Daha önce bile dinsiz olduğunu ilk defa açıkça söyleme cesaretini
gösteren ve “Düşünüp işlemek ayinimdir, Yaşamak dini benim dinimdir” diyen
önemli aydınlarımızdan Tevfik Fikret’i ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyoruz.”
Ateizm Derneği….
Bu derneğin Tevfik Fikret’ten paylaştığı şiir de şu idi.
“Toprak vatanım, nevi beşer milletim… İnsan
İnsan olur ancak bunu izanla, inandım
Şeytan da biziz, cin de
Ne şeytan ne melek var;
Dünya dönecek cennete
İnsanla, inandım
(Haluk’un Amentüsü) “
Tevfik Fikret, Rübab-ı Şikeste (Kırık Saz) adlı şiir kitabında
"Ben benim, sen de sen, ne Rab ne ibad" der.
Şair bu sözüyle özlediği dünyada Allah ile kulunu birbirinden ayırmak
ister. Bu da seküler bir din talebidir. Çünkü ona göre kul kuldur, Tanrı da
Tanrı'dır. Kul, kulluğunu bilecek, Tanrı da Tanrılığını bilecek. Hatta ona
göre, bu bile gereksiz. Fikret, bu fikrini biraz daha ileriye taşıyarak, kul da
istemiyor Tanrı da.
Aslında burada Tevfik Fikret'in Allah’ı inkâr ettiği söylenemez. Allah’ı
kabul ediyor ama kendi makamında kabul ediyor, kullara karışmamak şartıyla
kabul ediyor. Ona göre Allah kullara karışmayacak ki insan da Allah’ın
karşısına kendisini koyabilsin. Edebiyat tarihçisi-yazar Hasan Aktaş, “Buna bir
bakıma Tanrı ile kul eşitliği diyebiliriz. Bu durum, insanı ateistliğe götürür
mü biraz zor. Çünkü burada Tanrı'nın varlığını kabul etmeme veya reddetme gibi
bir durum yok.” Şeklinde yorumluyor.
Yine Hasan Aktaş’a
göre Tevfik Fikret seküler bir yerden vurarak Cumhuriyet Türkiye'sinin bir
anlamda resmi tarih tezini belirlemiştir. Fikret’in bu tarih tezi, aynı zamanda
günümüzde sosyal ve siyasal sistemimizin değişmez paradigmalarındandır.