Tevekkül ve Sufiler
Tevekkül sözlükte ‘tefe’ül’ babından bir mastar olup, farklı çekimleri ile birlikte Ku’ran-ı Kerim’de 70 defa geçmektedir.
“Rabbin şüphesiz, onlar (inkârcılar) arasında hükmünü
verecektir. O, mutlak galiptir, her şeyi bilendir. O halde sen Allah`a güvenip
dayan. Çünkü sen apaçık hakikat üzeresin.” Neml:78-79.
“Allah’a güven. Vekil olarak Allah yeter.” Ahzab:3.
“Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine
aldırma. Allah’a güvenip dayan. Vekil ve destek olarak Allah yeter.”
Ahzab:48.
Eğer mü’minler iseniz ancak Allah’a güvenin. Maide:23.
Ayet-i Celilelere
bakıldığında tevekkülün itimad, güven, dayanmaya ile ilgisi açık ve seçik
olarak görülmektedir; şeksiz-şüphesiz güven…
Tasavvuf dilinde tevekküle daha yakından baktığımızda ise, “Allah’ın
katında olana güvenmek, ‘sahip oldukları’ndan dolayı bir umut taşımamak,
Allah’ın, rızkına ve işine kefil olduğunu bilerek, sadece O’na yönelmek ve
başkasına dayanmamaktır.” Yani, “kişinin aczini kabul edip, dil ve kalp ile
O’na dayanmasıdır.” Tasavvuf sebeplere güvenmeyi hoş karşılamaz ancak zahir
araçlara sarılmayı da meşru görür.
Kimi
tasavvuf şeyhi “tevekkül her şart ve
zamanda Allah’a bağlanıp, ona güvenmek, kişiyi amaca ulaştıran tüm sebeplere
güveni terk etmek ve Allah’ın sebeplerin yaptığı işi üzerine alması halidir.”
dese de bununla birlikte, “kişi meydana gelen hadiseler karşısında
tamamen edilgen durumda olmamalıdır çünkü sadece kişinin kesbi onu mesul tutar”
diyenleri de vardır.
İslam Metafizikçileri tevekkül deyince
bunu derecelendiriyor. Kişinin makamına göre üç mertebesi olan tevekkülü; tevekkül, teslim ve tefviz olarak
ayırmışlardır:
Yüce Yaradan’ın vermiş olduğu söze
(va’d) itimad ederek huzur bulan tevekkül
sahibi/mütevekkil,
Semi’ ve Basir olan Allah Subhanehu
Teâlâ’nın kendisini gördüğüne, bildiğine ve her durumda kendisinden haberdar
olduğuna iman edip kanaatinden şüphe duymayan teslim olan kişi,
Tefviz sahibi ise şartlar ve sonuç her ne
olur ise olsun huzur ile Allah’ın iradesine, kararına, hükmüne kalbinde hiçbir
sıkıntı duymadan rıza gösterendir.
Bu mertebelerden hareketle tasavvufta;
Tevekkül, tahsiline, bilincine bakmaksızın
herkesin,
Teslim, seçkinlerin (havas),
Tefviz, seçkinler arasında en önde olanların
niteliğidir (havasu’l havas).
İslam metafizikçileri tevekkülü
içselleştirmek için çeşitli zorluklara katlanmayı esas alırlar. Sufilerin kimi
zaman yemeden kesilmeleri de bu minvaldedir. Çünkü kendisini aç bırakan zahid
kendisini yani nefsini açlıkla terbiye etmez, nefsini aç bırakarak tevekkülünü
arttırmak ister. Adeta “Yediğim için
hayatta kalmıyorum, Allah
dilemedikçe yemesem de ölmem” bilincine varmak için kendisini yemeden
uzak tutar Sufi.
İbn Ata tevekkülü, “içinde
sebeplere karşı bir meylin belirmemesi, sebeplerin üzerinde önemle durmana
rağmen Hakk’ta bulduğun sükûnun hakikatinden bir şey kaybetmemendir.” olarak
tarif eder.
Anlayacağımız o ki tasavvuf “tevhid”i zedeleyecek hiçbir şeye izin vermemektedir. Evrende meydana gelen olaylara Allah’tan gayrı bir gücün
tasarrufta bulunduğunu düşünmek inancı yani “tevhid”i bozar.
Bu meyanda tasavvuf ehli, çok bilinen
bir hadis olan “Önce deveni bağla sonra Allah’a
tevekkül et!” rivayetten, “Deveni
bağlasan dahi tevekkül et…” gibi bir anlam çıkarır ki bu tasavvufi
düşünceye tutarlılık kazandırır çünkü rivayetteki tevekkülden, “aldığın tedbirine güvenme, her şeyin
Sahibi’ne tevekkül eyle.” sonucunu çıkarıyorlar. Yani kul hiçbir olayı
Allah’tan bağımsız düşünmemeli, her olayda Rabbi’ni merkeze almalıdır.
Elbette anlattıklarımızla tedbirin
terkini kast etmiyoruz, yalnız bütün tedbir ve kararların üzerinde nihai
belirleyicinin Allah Teâla olduğunu hayatımızın odağına koymamızın zorunlu
olduğunu vurguluyoruz.
Ve iman ediyoruz ki;
Her ne şekilde olursa olsun hiçbir tedbir takdiri değiştiremez.
Tevekkül
inananı Yüce Yaradan’ımız olan Allah’ın sevgisine mazhar eyler:
Allah
tevekkül edeni sever. (3:195)
“Hasbunallah
ve ni’me’l vekil/Allah bize yeter, O ne güzel Vekil’dir!”
Galiba bir toparlama yazısı gerekecek,
inşaallah…