Tevekkül
“Birinin işini üstüne alma,
birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme” manasına gelen
tevekkül sorumluluklarımızı yerine getirip her türlü tedbiri aldıktan sonra sonucu
Allah’a havale etmektir. Tevekkül edene mütevekkil,
güvenilene de vekil denir. Sorumluluklarımızı yerine
getirmeden yapılan tevekkül doğru bir tevekkül anlayışı değildir.
Tevekkül dinimizin bildirdiği
sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi sebeplerden değil, sebepleri yaratandan
beklemektir. Yani sonucu Allah Teâlâ’dan beklemek ve bu sonucun kendisi için
mutlaka hayırlı olduğuna inanmaktır. Allah Teâlâ insanlar için imkanlar
yaratmıştır. İhtiyaçlar için kapılar aralamıştır. Tedbiri almadan yapılan
tevekkül ahmaklık olur. Peygamberimize gelip hayvanının bağlayıp da mı yoksa
bağlamadan mı Allah’a tevekkül edeyim diye soran bir sahabeye “Önce bağla
sonra tevekkül et” demesi bunun kanıtıdır.
Tevekkül, kalp işidir, imandan
meydana gelir. Kul Allah’ın lütuf ve ihsanının pek çok olduğuna iman eder,
kalbiyle Allah’a itimat eder, güvenir, ona inanır ve onun ile rahat ederse
artık bu kul dünya malına gönül bağlamaz, dünya işlerinin bozulmasından dolayı
üzülmez, rızkından endişe etmez. Kul sebeplere yapışır, sebeplerin tesirinin
Allah Teâlâ’dan olduğuna inanır, sonucu Allah Teâlâ’dan beklerse işte o kul
Allah Teâlâ’ya tevekkül etmiş olur.
Her şeye gücü yeten, her şeyin
mutlak hâkimi ve sahibi olan Allah’tır. Peygamberimiz evinden her çıkışında
yüzünü semaya çevirir ve şöyle dua ederdi. “Bismillah, Allah’a tevekkül
ettim.” Tedbirini aldıktan sonra işlerini Allah’a ısmarlardı. Zamanla bu
kültürümüzde “Allah’a ısmarladık” şekliyle yerleşmiştir. Çünkü o “Asla
ölmeyecek olan O diri varlığa (Allah’a) dayanıp güven ve O’na hamdederek
yüceliğini dile getir. Kullarının günahlarından haberdar olma konusunda O kendi
kendine yeterlidir.” (Furkân; 58)
ayetini hayatına uygulayan elçiydi. Bütün işlerini Allah’ın emri üzere yapan
Peygamberimiz “Sen onlara sırf Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın.
Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.
Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar
verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân; 159) ayetinin muhatabaydı.
İnancı zayıf olanlar tevekkülü
hayatlarında yanlış uygulamış, bir çaba sarf etmeden oturup takdir-i ilahiyi
beklemek şeklinde yorumlamışlardır. Halbuki tevekkülü, kişinin hareketlerini
ilahi-tabii kanunların gereklerine uydurduktan sonra Allah’a güvenmesi ve O’dan
gelecek neticeye razı olmasıdır şeklinde anlamak gerekir. Böyle yapan kişileri Yüce
Mevla “Gerçek şu ki o şeytanın, iman etmiş olanlar ve rablerine dayanıp
güvenenler üzerinde bir hâkimiyeti olamaz.”
(Nahl; 99) müjdesiyle müjdelemektedir. Çünkü “Kim Allah’a dayanıp
güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah
her şey için bir ölçü koymuştur.”
(Talâk; 3)
Tevekkül, maksada erişmek için
yapılacak bir şey kalmadıktan sonra Allah’a itimat etmek ve işin sonunu Allah’a
havale etmektir.
Tevekkül kişinin, kendini her
durumda Allah’ın irade ve takdirine teslim ederek O’ndan gelene rıza
göstermesidir.
Tevekkül bir kalp olayı olarak
insanlara işlerinde en büyük güç kaynağıdır.
Tevekkül, her şeyden önce kulun
Allah’a olan derin inanç ve güveninin bir ifadesidir.
Allah’ım! Bizi tevekkül eden kullarından eyle.