Tevafukla tesadüf el ele
Tesadüflere sevindiğimiz ve her bir tesadüfü bir güzel değerlendirdiğimiz yılları geçtiğimiz zamanlarda, kader, bizi daha isabetli bir kelimeyle tanıştırdı.
Tevafuk
...
Planlanmış
rastlantı.
Öyle
yılmıştık ki "türlü çeşit" türümüzden, görüşeceklerimiz,
konuşacaklarımız, zaman ve emek sarf edeceklerimizi belirlerken, artık, hiç
göstermediğimiz titizlikler gösteriyorduk.
Tesadüf
etmemek için daimi bir kaçış, bilinçli tecritler, gevezelikleri ve
gereksizlikleri karantinaya almalar, ani, emri vaki uzletler, saklambaçlar,
meşgul, “çok yoğunum”lar…
Mesela
“Toplantım var!” cümlesi bile kendimizle, düşlerimiz ve yenice dünyaya düşen
düşüncelerimizle baş başa veya başa baş toplanacağımıza, henüz düşünüyor
olduğumuz fikirlerimizle daha net karşılaşmalar yaşamak anlamına gelebiliyordu.
Yalan değildi.
Tam zamanında,
kafamızdaki her yeni fikri telaşı aşağı yukarı olgunlaştırabildiğimiz kadar
yalnız kalabildikten sonra bizi onurlandıracak karşılaşmaların tek adı tevafuk
olabilirdi. Sanki ilahi bir eşleştirme gibiydi bu nadir rastlaşmalar ve bir
vesile ile farklı düşünebilenleri bir araya getirme işi gibiydi. Ayrılık ötesi
bir şey. Bir kavuşma. Eski adıyla vuslat. Biz vuslattan da hakiki fikri
muhabbet yapılabilecek ruhlarla karşılaşmayı anladık hep. Öyle ki ne vaktimiz
ne biz boşa gitmeyecektik. Onunla bununla harcanmayacak, çoğalacaktık.
Aradıklarımız tek tek bulunup geliyorlardı, bazen pek geç te olsa. Olmadık bir zamanda.
Çok olduk ama yılınmış bir zamanda demek istiyorum. Beklemekten yorgun düşmüş
ve artık neredeyse beklemezken...Ya da yıllarca bekleyip tam beklemekten
vazgeçtiğimizde...
Tevafuk...Yukarıda
planlanmış olan, aşağıda rastlaşma olarak gerçekleşen miydi yoksa, dedirten
karşılaşmalar.
Plandan
senin benim haberim yok. Lakin o ilahi planı cezbedecek yönelimlerim,
yönelimlerin var. Derken öyle bir denklik, öyle bir ahenk yakalanıyor ki
anlatılmaz. Adı tevafuk...
Sürüyle
tesadüfler arasında sürüden ayrı tevafuklar; çok fena rast gelişlerle
yaşıyoruz.
Bütün
bunları yazmama Kapı adlı kısa filmimizin çekimi esnasında, Karaca Ahmet
mezarlık sahnesinde şair Bülent Parlak’ın mezar taşının yıkanıyorken görmem
sebep oldu. O gün tevafuklar günüydü. Filmin senaryosunu kaleme alırken simitçi
sahnesinde “Şu filmi simit 10 tl olmadan çekebilecek miyiz?” demiştim. Tam o
gün simit 10 tl oldu. Çekim esnasında o sokağın sakinleri simitçi arabamızı
eski fiyatından dolayı baskına uğratmaya çalıştılar. Vesaire. Vesaire… Tesadüf
ve tevafuk derken filmler kurulmaya, hayat ta kendini kurmaya devam ediyor.