Teşekkür, tefekkür ve oruç
Bizi yeni bir Ramazan Ayı’na kavuşturan Âlemlerin Rabbi Allah’a sonsuz şükürler olsun. Öyle bir ay ki onda insanlık ailesine ışık tutan Kur’an-ı Kerim’in nüzulû gerçekleşmiştir. Karnımızı aç, aklımızı, kalbimizi, fikrimizi dinç tutan ay: Ramazan!
Rabbulalemin’in, “Unzile fihi’l Kur’an/Onda Kur’an indirilmiştir”
buyurur Ramazan için. Bu ayda tuttuğumuz oruç bize; insanoğlunun
yaradılış/nüzul-iniş sürecinden uruc/miraç-çıkış sürecine doğru yükselişini
öğretiyor.
Yüce Mevla, kâinatı insanın yaşamasına elverişli hale getirdikten sonra
âdemoğlunu yaratmıştır. Önce bir araya getirilen zerrelerden oluşan madenler,
taşlar, akabinde bunların yanında ve içinden yetiştirilen nebatat/bitkiler,
bitkilerin varlık sürecinden sonra hayvanat evrende-dünyada yerini aldı. Bütün
bunları aklıyla, kalbiyle, vahyin rehberliği ile işletip istifadeye sunabilen
insanoğlu hayvanattan sonra dünyaya doğdu.
İslam metafizikçileri bu duruma nüzul kavsi derler. Ayın sol
yarısı(nın dış yayı) iniş çizgisi-kavsidir. İnsanoğlunun dünyaya geliş yeri bu
yarım yayın sonudur. İnsanların var oldukları mertebe bütün insanlar için
aynıdır. Yaratılış gayesine uygun, yani Yüce Halik’in istediği gibi yaşama,
insanoğlu için ayın diğer yarısını (sağ yarısı) geçmek ve serüvenini “kâmilen”
tamamlamakla mümkün olacaktır. İnsanın yaradılışı ile murad edilen, bu süreci
(nüzul-uruc) insanların yaşaması ve başarıyla tamamlamasıdır.
İyi de bu sürecin tamamlanması için neler lazımdı?
Pek çok unsurun yanında idrak ettiğimiz Ramazan Ayı’nda tuttuğumuz oruç
yani;
Aç kalmak! lazımdır.
Orucun esas gayesinin gerçekleşmesinin en önemli ayağı aç kalmaktır: canı
çektiği halde, ihtiyacı olduğu halde hatta zorlandığı halde kendini tutmak… aç
ve susuz kalmaya tahammül etmek ve cinsellik konusunda da kendisini dizginlemek
orucun gayesinin en önemli aracıdır.
Yani oruç tutmak nüzul sonrası uruc sürecinin önemli unsurlarındandır:
Evet, evet, yanlış okumadınız; insanoğlu kendini tutarak yaradılış yayını
tamamlamakla yükümlüdür.
Çünkü insan yaratıldıktan hemen sonra gıdalanmak zorundadır. Büyüdükçe
alacağı gıdanın miktarı da çeşitleri de artar. Buna sınır koymayan nefs
daha çok yeme, daha çeşitli yeme, tadı en lezzetli olanları yeme arzusunu
dizginleyemez duruma gelebilir. Bu da insanın midesi ile ve mide uğruna çok
zaman geçirmesi demek. Zira gıdayı araması, uğruna mücadele etmesi, mesaisini
ayırması, temizini, iyisini bulması vs. insanı oldukça meşgul eder. Yeme ile bu
kadar meşgul olan insanın diğer hususlarda daha fazla mesai harcaması
kaçınılmazdır.
Şehvet ile yemenin ilişkisi ayan beyandır. Yeme türleri ve oranı şehevi
arzuları kamçılamaya yarar. Bunun da elde edilmesi için harcama yapabileceği
maddi gücü ve de makam gerekli. Oysa Yaradan bu hususlarda kendimizi
dengelememizi emreder. Oruç bu dengeleyici unsurların önemli olanlarındandır:
mideyi yani yemeyi, tadı, doyumsuzluğu önemsemeyen bunun için gereksiz mesai de
harcamayacaktır. Kalan zamanını uruc için daha verimli
kullanabilecektir.
Yemenin tasallutundan azade insan tefekkür etmek için imkân ve ortam bulur.
Derin kavrayış ile hayatın anlamını, yaradılışın gaye ve hedefini idrak etme yetisi
daha da kavileşir.
Bütün bunlar için açlığa, şehvete direnmek gerekiyor: sabır. Kendisine
karşı direnebilen insan için Resul-i Ekrem sav: Cesur, demiştir. Cesaret, kişinin kendisini yenebilmesidir,
buyurur Fahr-i Kâinat Efendimiz. Dolayısıyla oruç insanın kendisi ile
mücadelesidir: tutabilirse kendini oruçlu olur insan.
Arapça savm olan oruç manevi yükseliştir; beşerdeki hayvanî hazları
bırakıp melekvari yükselişe başlamaktır. 5 farz olarak bilinen namaz, zekât,
hac gibi ibadetlerin (menasik) tek başına edası mümkün değilken, oruç, tek
başına gerçekleşen bir ibadettir. Sadece kul ile Rabbi arasındadır oruç. Çünkü
hiçbir şey yemeyip içmediği halde oruç tutmayan çok insan vardır. Gayesi,
niyeti ibadet olmadığı halde çekilen açlık ve susuzluğun ibadet sayılması
mümkün değildir.
Aslında oruç teşekkür ibadetidir; yaratılmışlığa var olmaya teşekkürdür,
ilahi lütuf ve ihsana teşekkürdür. Varlık her daim yokluğa galebe çalar. Ebedi
hayat isteğimiz de bu sebepledir.
Oruç, insanın kendi akli ve kalbi idaresini ele alarak onu güçlendirmektir:
takva. Beşeri bütün arzu ve isteklerin, lezzet ve hazzın yönetimidir oruç.
Doğrusu, her nüsuk/ibadet bir şey
yapmak iken oruç hiçbir şey
yapmamaktır. Diyebilirsiniz ki ibadet bir şey yapmadan ibadet olarak
adlandırılır mı, çünkü ibadet bir şey yapmakla ortaya çıkar?
Evet, oruç hiçbir eylemi, hiçbir sözü, hiçbir hareketi olmayan ibadettir.
Buna, bu eylemsizlik de kelamsızlıktan hareketle diyebiliriz ki:
Oruçta hareket olmadan tefekkür etmek ibadettir.
Bu ayda inen Kur’an-ı Azim de bizleri tefekküre çağırmıyor mu?
Yazımızı küçük ama çok önemli bir tavsiye ile bitirmek istiyorum:
Pek çok ebeveyn ramazan ayında çocukların istek ve taleplerine:
Zaten oruçluyum, yapamam, edemem, alamam, veremem gibi cevaplar
vererek çocukların ramazan ve oruca antipati duymalarına neden oluyor. Haklı
olarak çocuklar, “nereden çıktı bu oruç, bitse de kurtulsak” demeye
başlarlar.
Bu konuda hassasiyetleriniz önemlidir.