Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Ağustos 2012

Terör terimleri

Bayramın ikinci günü Gaziantep'te meydana gelen menfur olay ve onu takip eden saldırı ve ölümler, terörün Türkiye için ciddiyet, hızlılık ve yaygınlığını bilinç düzeyine çıkararak büyük bir tedirginlik yarattı. Doğrusu PKK terörünün haber bültenlerine konu olan rutinliği ve uzaklığı, artık Türkiye'nin herhangi bir yerinde yaşayan insanların yanıbaşına gelebileceğini hissettiren ciddiyetiyle ortaya çıktı. Kurulan mayın tuzakları, saldırılar, adam kaçırmalar peşpeşe olmaya başladılar.

En son şiddet olayının Gaziantep'te meydana gelmesi, "Anadolu sükuneti"nin bozulabileceğine dair ciddi işaretler veriyor. Bu da "terör" kavramının bizzat içeriğine uygun bir tedirginliğin nasıl bir Türkiye psikolojisi oluşturacağına dair önemli bir durumdur. Her ne kadar Gaziantep'teki terörün Suriye ile bağlantısını kurarak (ki PKK'nın Suriye ile bağlantısını kurmak zor değil) rutin algılama tarzımızın devam ettirilmesini isteyenler varsa da, bunun olayın vehametini azaltmaya yetmediğini belirtmek lazımdır. Zaten eskiden beri Suriye'nin bir şekilde PKK'ya destek verdiği bilinmektedir.

İlk olarak Gaziantep'te bir saldırının beklendiğine dair istihbaratlar üzerinde duralım. Ki haber bültenlerine yansıdığı kadarıyla böyle bir saldırının olacağına dair günler öncesinden bilgiler istihbar edilmiş. Peki, niçin bu olay önlenememiştir? Bir istihbarat zafiyetinden mi bahsetmek gerekmektedir? Bu soruları, Gaziantep olayından önce Uludere ve Oslo görüşmelerinin içeriklerine kadar uzatabiliriz. Mesela, Uludere olayı da bir istihbarat zafiyete mi işaret etmektedir? Devlet kurumlarının, yaşanan bu olumsuz acı tecrübeleri daha dikkatli değerlendirmeleri gerektiği anlaşılmaktadır. Bülent Arınç, yaptığı açıklamada "istihbaratın iyi çalıştığını, aslında bir çok olayın meydana gelmeden önlendiğini" söyledi. Fakat meydana gelenler bile sayıca oldukça fazla. Ayrıca meydana gelen ve gelmeyenleri total olarak düşündüğümüzde, meselenin ürkütücü boyutlarda gezindiğini söylemek abartılı olmayacaktır.

Geçen yazımda da belirtmiştim. Devlet yetkililerinden gelen açıklamalar maalesef replikler düzeyini geçemiyor. "Bunlar PKK'nın son çırpınışları" türünden sözleri zaten 20 seneden fazladır Türkiye insanı dinliyor. PKK son eylemleriyle birlikte, özellikle Güneydoğu'da kontrolün tamamen kendisinde olduğu iddiasını kuvvetlendirmeye çalışıyor. Ortaya çıkan blanço, maalesef devlet yetkililerinin kontrolün tamamen kendilerinde olduğu tezini haklı çıkaramıyor. Çünkü ciddi kaçırma eylemleri var ve üst üste aynı bölgelerde ölümlü saldırılar gerçekleşiyor. Geçen gün İçişleri bakanı İdris Naim Şahin, Hakkari'deki incelemeleri sırasında bir kafeye sığınmak zorunda kaldı. İnsanlar bunun nerede duracağından artık emin değiller. Bu kadar zamandır PKK terörünün niçin bitirilemediğinin cevabının bundan sonra ciddi olarak cevaplandırılması gerekiyor.

BDP milletvekillerinden bazıları ile PKK kucaklaşmasını Türkiye seyretmiştir. Bu ve benzeri olaylar, BDP'ye bir siyasal egemenlik üretmenin manivelası haline gelmiştir. Bu kucaklaşma, Van savcısı üzerinden bir soruşturmanın konusu olabilmiştir. Şimdi, soruşturma ilerletilse bile, acaba bahse konu olan milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırma konusunda bir siyasi irade işletilecek midir? Bülent Arınç'ın bu milletvekillerinden özür bekleyen açıklamalarına bakacak olursak bir isteksizlik söz konusudur. Bu yolun da bir çözüm olmadığı 1994 Türkiye tecrübesine referansla dile getiriliyor. Bu da genel anlamda suç ve adalet mekanizmaları konusunda siyasi iradenin sıkışmışlığını göstermektedir bize.

PKK'nın son çırpınışları olduğu açıklamaları kimseyi tatmin etmiyor. Gün geçtikçe yeni ölümler ve sönen ocaklar, sorulan soruların cevabının bir an önce verilmesini zorluyor. Her şeyden önce yaşanan olaylar, Türkiye insanının sahip olduğu akl-ı selimin kerteriz noktasına saldırılarda bulunuyor. Bunun gündelik sivil hayatı, farklı olumsuz boyutlara götürecek bir ivme kazanması ise asla arzu etmediğimiz bir şeydir. Fakat yaşanan acıların, sosyal hafızada biriktiğini de asla unutmamak lazımdır.

Bu sebeple, göçmen alımlarından PKK'ya karşı yürütülen politikalara kadar devletin kendisini yenilemesi gerektiği açıktır. Hiç şüphesiz meselenin Türkiye'yi aşan boyutları vardır. Fakat bu konuda etkin, askeri, ekonomik, sosyal ve siyasal politikalara ihtiyaç bulunmaktadır. Özellikle Türkiye içinde insanların birlikteliğini pekiştirecek sivil politikaların, sivil toplum kuruluşlarınca bir an önce düşünülüp uygulanması hayati öneme sahiptir. Bunları yaparken de, öteleyici, ırkçı, yabancılaştırıcı ve insanları birbirine düşürücü dil kullanmaktan uzak durulmalıdır.

"PKK terörü niçin bitirilemiyor" sorusunun cevabı tabii ki sadece askeri değildir. Hatta sosyal, kültürel, ekonomik boyutlar daha çok önem taşımaktadır. Bu bağlamda sağlam bir kimlik politikasının uygulanması dışında, PKK ve BDP'nin tahakkümcü ve ayrıştırıcı düşünce ve uygulamalarını gayr-ı meşru duruma düşürecek sivil aktivitelerin öne çıkarılması gerektiği aşikardır. Yoksa terör temrinleri yapmaya devam edeceğiz.