Terör sebeplerinden biri (2)
Daha önceki makalelerimizde “aman, ne yapın edin, ama asla toplumun önünden gitme bilgi ve becerisini gösteremeyen siyaset adamından, din adamından uzak durun” ikazlarını gördünüz.
Gerçekten üstün yetenekli siyasetçiler, bir an bile boşluk
vermeden ülkesinin, bölgesinin ve dünyanın nefsini kontrol eder. Herhangi bir
koza örülmeden, duruma müdahil olurlar. Çünkü çok iyi bilirler ki bir kere
yakılan ateş nefse düşerse, asla kolay kolay sönmez. O ateş, sayısız eve,
yaşlıya gence düşer. Kundaktaki bebeğe düşer. Hamile kadınlara düşer.
Toplumun önünden gitmek demek, toplumunu sağlıklı tutmak ve
bunun için elinden geleni yapmak demektir.
Bozulan yollar, çürüyen köprüler, yıkılan binalar az bir
gayrete, belki az bir maliyetle yeniden inşa edilebilir. Fakat bozulan bir
toplum, binlerce insanın canını almadan, bütün topluma cehennemi yaşatmadan
asla düzelmez, düzelemez.
Toplumsal hastalıkların en etkin, en hızlı tedavileri bile
onlarca, hatta yüzlerce yıl alır. Akıl almaz can kayıpları, acılar yaşatır. 40
yılda, terörde 40 bin canla bedel ödedik.
Terörün dışında diğer toplumsal hastalıklara bir bakalım.
Özellikle şehirleşme ve Batılılaşma ile birlikte ahlakımızı önemli ölçüde
yitirdik.
Sokaklarda yaşayan çocuklar, gençler, yaşlılar. Bu insanlar,
bazı ülkelerin ordularının sayısından çok daha fazla. O ülkeler, ordularıyla
ülkelerini, insanlarını korurlarken biz daha büyük insan ordularını evsiz,
sevgisiz, merhametsiz bırakıyoruz. Bu insanlık mücadelesini biz çoktan
kaybetmedik mi?
Uyuşturucunun pençesinde kıvranan acaba kaç ordu
büyüklüğünde insanımız var?
Alkolün tükettiği kaç insanımız var? İnsanlığını kaybetmiş,
önüne gelene saldıran, gasp eden, çalan çırpan kaç canavar ürettik?
Ahlakımızı yaşatmadan, insanlığı nasıl yaşatırız? Canını
kaybetmiş insanlara üzülüyoruz. İnsanlığını kaybetmişlere daha fazla üzülmemiz
gerekmez mi?
Birlik duası edenler, birliği savunanlar bu halimizi
görmüyorlar mı?
İnsanlar; geceleri ıssız sokaklara çıkamaz, ne zaman
soyulacağını, ne zaman dolandırılacağını, ne zaman saldırıya uğrayacağını
bilemez hale geldiler.
Yılın her günü, pırasa doğrar gibi insanlar, özellikle de
kadınlar doğranıyor. Belki ölenler en şanslı olanlar. Korkunç acılar
çekmelerine rağmen, acıları ölünce son buluyor. Böyle parçalanmış bir annenin,
hapse düşmüş bir babanın çocukları olduğunuzu var sayın. O çocukların çektiği
acılar hayal bile edilemez. Her bir acının arkasına lütfen dikkat edin. Tekrar
tekrar düşünün. Asla bir çırpıda okuyup geçmeyin. Bakın bakalım ne var?
Koskoca bir çiğ nefs var. Vicdanını hassas terazilerinde
tartan, ahlakını geliştirmek için sürekli mücadele eden, aklını kullanmayı
insan olmakla eş tutan hangi insan ve bu insanlardan mürekkep hangi toplum cana
kıyabilir? Hangi insan bir diğerini incitir?
Toplumsal hastalıkların kaynağı nefsin terbiye edilemeyişidir.
Din âlimlerinin bundan daha büyük görevi olabilir mi?
Dünya imtihanı dediğimiz şey, sadece insanın nefsine
yöneliktir. İmtihan olan şey, insanın eti, tırnağı değildir, nefsidir.
Nefsi terbiye etmedikçe, insanlık yolunda tek bir adım dahi
atamazsınız.
Toplumsal hastalıkları, siyasilerden önce görebilecek ve bu
konuda donanımlı olması gereken tek sınıf din âlimleri sınıfıdır.