Terör / cunta yandaşlığının şiddet karşıtlığı
103 general bozuntusu, 4 Nisan gecesi muhtıra vermeye kalkıştılar.
Eski
Türkiye özlemleri depreşti.
Kanal İstanbul’u
istemiyorlarmış…
Çünkü
efendileri böyle istiyor…
Bugün
5 Nisan…
27
yıl önce (1994) Kara Çarşamba idi…
Ekonomik
kriz, ülkeyi kasıp kavuruyordu.
Darbelerin,
terörün istikrarsızlaştırdığı zeminde büyüyen krizlerden bir krizdi.
1991’de
terör yandaşlarının dokunulmaz zırhına büründürülmesiyle terörün kendine alan bulmasının
bir sonucuydu, bu kriz.
Gazetecilerin,
kanaat önderlerinin, Madımak ve Başbağlar’da onlarca vatandaşın katledildiği
yılların sonucuydu, bu.
Bir
günde dolar 8 liradan 42 liraya çıkmıştı. Hazine’nin 7 milyar dolar rezervi 2
milyara dolara inmişti.
Ekonomik
terör böyle bir şeydi işte…
5
Nisan Kararları olarak bilinen kararlarla ülke bir cendereye sokuldu.
Aralık
1995’te erken seçim yapıldı.
28
Şubat 1997’de Post Modern Darbe sürecini başlattılar. İrtica ile mücadele adı
altında millete kan kusturdular, vatandaşı başörtülü, sakallı, namaz kılan /
kılmayan; sermayeyi de ‘yeşil’ diye fişlediler, ülkeyi zayıf koalisyonlara
mahkum ettiler.
Dört
yıl sonra 2001’de 1994’teki krizden daha şiddetli, yıkıcı olan bir krizle karşı
karşıya getirildi, ülke.
Faizin
yüzde 7 bin olduğu, 300 milyar doların buharlaştırıldığı kriz, iflasın
ilanıydı.
“Ordu Göreve” pankartları
açarak kriz sürecini başlatmaya yeltendiler. Olmadı, Cumhurbaşkanını
seçtirmemek için 27 Nisan 2007’de muhtıra verdiler, 367’yi dayattılar.
22
Temmuz 2007 erken genel seçimlerinden 7 ay sonra iktidar partisini hukuksal
gerekçelerle ortadan kaldırmak istediler…
15
Temmuz’da devleti ve milleti imhaya
giriştiler.
“Tiyatro” dediler…
Bugün de söylem ve yöntemleri aynı…
İstanbul Sözleşmesi’ni feshini
bahane ederek yeni bir Gezi benzeri
yeniden kalkışma planları yapanların cunta ve terör yandaşlığından sabıkalı
olmaları dikkat çekicidir.
Aile
kurumunu, toplumsal değerleri, namus
kavramını hedef alan İstanbul Sözleşmesi’ni yere göğe sığdıramayanların aynı
zamanda ekonomik ve siyasi kaosun da müsebbibi olmaları ibretlik bir durumdur.
Eğer
şiddete karşı olsalardı bu Sözleşme’deki 3. maddenin 3. Paragrafında zikredilen ‘ekonomik
ve siyasi şiddete’ ve 4. Maddenin 3. Paragrafında geçen “…göçmen veya mülteci statüsü veya başka
bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını
temin edeceklerdir.” ifadesine karşı olmamaları gerekirdi. Mültecileri ‘terörist’ ilan eden ve bu söylemi meydanlarda siyasi
propaganda malzemesi yapmaktan geri durmayan bir yapıdır bu.
Bu
yapı, menfaati karşılığı cinayetlere göz yummaktadır.
Bu,
katillerin şiddet karşıtlığıdır(!)
Bu
rüşvettir: “ Bana oy ver, ben de senin cinayetlerini görmeyeyim, duymayayım, caniliğine
göz yumayım.”dır.
Bunlar,
Diyarbakır’da Evlat Nöbeti’ndeki aileleri görmeyenler menfaatleri için
cinayetlere sessiz kalıyorlar.
Bu
kadına, topluma, insanlığa şiddet değil de nedir?
Terörün,
darbelerin, iç savaşların ve işgallerin müsebbibi FETÖ elebaşını malikânede ‘ağırlayan’ ABD’nin Başkanı Joe Biden da şiddete karşıymış…
Biden:
"Türkiye'nin
ani ve nedensiz yere İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi derin bir hayal
kırıklığı yaratmıştır."
Türkiye'de kadın cinayetlerinin
arttığına dair haberler dahil olmak üzere, ev içi şiddet olaylarının arttığını
görüyoruz.
Kadınların
hayatlarını şiddetten arınmış bir biçimde sürdürebilecekleri toplumlar yaratmak
için daha fazlasını yapmak zorundayız."diyor.
Bu ifadelere bakılırsa, darbeler, terör
ve iç savaşlar şiddetten sayılmıyor, özellikle kadınlar bundan çok memnunlar…
Mültecileri
sınırlarında vuran, botlarını batıran, 300 bin mültecinin Akdeniz’de
boğulmasına sessiz kalan Avrupa Konseyi de karşı…
Söyleme
bakılırsa hiç darbe teşvikçiliği yapmamışlar, inanç ve fikir hürriyetini
kısıtlamamışlar, yasakları desteklememişler. İkna Odaları kurmamışlar,
Darbeleri bayram ilan
etmemişler,
Bunlar,
kadına şiddetle yetinmiyorlar; darbelerle terörle millete de şiddet
uyguluyorlar.