Tercüman
Basın dünyamızın efsane gazetelerinden Tercüman’ın tarihi uzun. Bunun için son dönemi üzerinde durmak isterim. Merhum Kemal Ilıcak’ın sahibi olduğu gazetenin genel yayın müdürü Tevfik Erol’du, daha sonra Sadettin Çulcu oldu. Sorumlu yazı işleri müdürü ise Ertuğrul Yeşiltepe idi. Ardından Aydoğdu İlter bu koltuğa oturdu. Yazarlar arasında Şükrü Baban, Ahmet Kabaklı, Tarık Buğra, Rauf Tamer, Ergun Göze, Reşat Ekrem Koçu ve Murat Sertoğlu bulunuyordu. Tercüman sağcı bir gazete olarak tanındı, bundan dolayı tirajını arttırdı. Etkili oldu. İslâmî muhtevalı ekler verdi. Tesiri geniş, ünlü ve önemli yazarlara sahipti. Kadroya Güneri Civağlu, Mukbil Özyürük, Yavuz Donat gibi imzalar da katıldı.
Geçmişte Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Devlet Kitapları “1000 Temel Eser” neşriyatını durdurunca bu hizmeti Tercüman üstlendi. “Tercüman 1001 Temel Eser” dizisi adı altında yaptığı kitap neşriyatı büyük dikkat çekti. O dönemde bu dizinin başında merhum romancı Mustafa Necati Sepetçioğlu vardı. Türk kültür ve sanatının temel kitapları bu seriden çıkıyor ve ülkenin her tarafına yayılıyordu. Tercüman gazete olarak önemli bir boşluğu doldururken, yayıncılığı da üstlenerek yayınevlerinin basmaya yanaşmadığı ticarî olmayan temel eserleri de neşrederek büyük kültür bir hizmetini üstleniyordu.
O yıllarda “dil tartışmaları” çok hararetliydi. Lisân münakaşalarında da milliyetçi muhafazakâr kimliğini özenle korudu. Başlattığı “Yaşayan Türkçe” kampanyası, büyük ölçüde tuttu, yankı buldu ve toplumdan büyük alaka gördü. Türkiye’nin tanınmış dil âlimleri, profesörleri, araştırmacıları, yazarları Türkçe hakkında makaleler yazdılar gazetede. Mehmet Kaplan, Faruk Timurtaş, Muharrem Ergin, Kemal Eraslan, Necmettin Hacıeminoğlu, Bican Ercilasun, Birol Emil bunlar arasındaydı. Sonra bu önemli makaleler üç büyük cilt halinde Yaşayan Türkçemiz adıyla kitaplaştı. Gazete, devletin himayesindeki Türk Dil Kurumu’na karşı tek başına büyük bir mücadele vermiş ve galip olmuştu.
Benim gazetede çalıştığım 1980’li yıllarda Güneri Civaoğlu genel yayın yönetmenliğinden ayrılmış, yerine Hakkı Öcal getirilmişti. Başarılıydı ama gazeteye tiraj aldıramadı. Yerine bu sefer Taha Akyol getirildi. Ancak o da gazetenin tirajının hızla düşmesini engelleyememişti. 1990’lı yıllardan sonra tamamen inişe geçti gazete. Çocuğu kadar sevdiği müessesenin göz göre göre eriyip gitmesine tahammül edemeyen iyi basın patronlarımızdan Kemal Ilıcak, son bir ümitle Nazif Okumuş’u Genel Yayın Yönetmenliği’ne getirdi. Amaç hiç olmazsa milliyetçi okuyucuları elde tutmaktı. Ne yazık ki bu da bir çâre olmadı, muhafazakâr kitle muhafaza edilemedi. Gazete 20 Ocak 1994 tarihinde ebediyen kapandığında sahibi Sedat Çolak görünüyordu. Ve o gün Tercüman’ın eski okuyucuları bu mukadder akıbeti hüzünle, kederle ve büyük bir acıyla seyrediyordu. Bir gazetenin kapanışıyla bir devir sona ermişti. Daha sonra aynı isimle iki gazete daha çıktı, hatta aralarında isim hakkı yüzünden kapıştılar ama ikisi de tutunamayıp kapandılar. Tercüman adı, artık sadece eski okuyucularının gönlünde yaşıyordu.
Çocukluğumda, yani 70’li yılların ortalarında Tercüman bir efsaneydi. Güçlüydü, kendinden emindi, dirayetliydi ve öncüydü. Yazarları okunur, gazete sıkı sıkıya takip edilirdi. Tercüman milliyetçi muhafazakâr kesimin gözdesiydi. İktidarlara yol ve yön gösteriyordu. Sağdan her kesime ve guruba eşit mesafedeydi. Hemen hemen her cemaat, grup ve parti mensubu, Tercüman’ı takip eder, haberlerini, yazılarını ve yorumlarını okur, etkilenirdi. Sol düşünceyi savunanlar bile “Bakalım bugün sağcılar ne yazmış?” deyip merak eder, gazeteyi alıp okurlardı. Son fıkra muharrirleri olan köşe yazarları yüzbinleri etkiliyordu. Ahmet Kabaklı’nın “Gün Işığında” ile Ergun Göze’nin “Köşebaşı” köşe yazıları, hararetli okuyucular tarafından günü gününe takip ediliyor, hatta bu yazılar kesilip saklanıyor, çoğaltılıp başkalarına da okutuluyordu.
Tercüman milliyetçiydi, muhafazakârdı ama mutaassıp değildi. Ölçülü magazin sayfaları vardı. Tercüman inançlı kesimin bayrağı, millî ve manevî değerleri önemseyen büyük bir kitlenin son kalesiydi. Tercüman son döneminde kan kaybediyordu. Ama bardağı taşıran iki damla biri bir Ramazan günü gazeteye giren bira ilanı, diğeri de aşırı dekolde fotoğraflarla aynı müessesede çıkan Bulvar gazetesi. Gazete, bir daha da iflah olmadı zaten.
Tercüman bir devrin gazetesiydi. Nasıl eski zamanların gözümüzün önünden gelip geçişine engel olamıyorsak, eski müesseselerin de göçüp gitmesine mâni olamıyoruz. Vadesi dolan ölüyor. Bize de şairin dediği gibi “bir zevk-i tahattur” kalıyor sadece. Eh o his de, biz iflah olmaz Bâbıâli sevdalıları için bir teselli sayılır, buna da şükür. Tercüman’ın ana sayfasında, isminin hemen altında her gün yayımlanan çok sevdiğim ve insanı ümitli kılan, canlı, şirin, sıcak, güzel bir slogan vardı, yazımı o anlamlı sözle sonlandırayım: “Her gün taze bir başlangıçtır ve dünya her gün yeniden kurulur.” Vefat etmiş bütün Tercümancılara rahmet, yaşayanlara selâm olsun!