Teoriden pratiğe, metinden uygulamaya
Türkiye'de kanunlar, yönetmelikler, tüzükler yapılır, yazılı hale getirilir, uygulanmak üzere yürürlüğe girer. Hükümetler, programlar, dönüşüm paketleri vs belgeler hazırlar yayınlar, deklare eder, kamuoyuna sunar. Kurumlar stratejik planlar hazırlar, çeşitli konularda raporlar yayınlarlar. Ancak bütün bunların ne kadarının uygulamada karşılık bulduğu, ne kadarının araziye, sahaya indirildiği konusunda kimse net fikir sahibi değildir. Daha da kötüsü geçmişte ne yayınlandığı bazen unutulur, bazen tekrara düşercesine aynı konular üzerinde tekrar tekrar raporlar yayınlanır, görüşler bildirilir, programlar ve sair belgeler belli aralıklarla tekrar tekrar yayınlanır. Bütün bunları uygulama planına aktaracak insan kaynağının varlığı ya da yokluğu pek sorgulanmaz. Her ne kadar her bir belge ya da metnin muhatabı belli ise de iş uygulama planına döküldüğünde, sorumlu aramaya kalktığınızda karşınızda sorumlu bulmanız neredeyse imkansızdır.
Böylece devlet, toplum ve hükümetler bu kısır döngü içerisinde debelenir dururlar. Ülke kendisine koyduğu kalkınma hedeflerine bir türlü ulaşamaz. Çünkü deklare edilen dönüşüm programlarının gereğini yerine getirecek, sahaya indirecek, öbür yandan ilgili reform girişimlerinin takibini yapacak, ne noktaya gelindiğini sorgulayacak bir izleme ve denetim mekanizması da yoktur. Herkes kendi kurumu çerçevesinde tabiri caizse kendi çalar kendi oynar.
Zaten oligarşik bürokrasi değişimi sevmez, statükocudur. Her yeniliğin bir külfet getireceğini, yeni sorumlulukları beraberinde taşıyacağını bilen memur tabakası asla yeni adımlar için istekli olmaz. Taşın altına elini de koymaz. Topu siyasetçiye atar ya da bir geri çekilme hareketiyle emekli olacağı günler için plan yapar, hayal kurar.
Kanunlar yapılır bu kanunları anlayacak, uygulayacak kadroların yetersizliğinden dolayı kanundan beklenen toplumsal yarar ya oldukça gecikir ya da hiç sağlanmaz. Meclisten bir yığın kanun çıkar, sizin ilgi alnınıza giren bir yasaya ilişkin herhangi bir kuruma başvurduğunuzda; "yasa çıktı ama yönetmeliği bekliyoruz, yasanın nasıl uygulanacağına dair bir bilgi bize henüz ulaşmadı" denilir. Kanunun uygulamaya dökülmesi aylar yıllar alır. Hele de bu yasa bir mağduriyetin giderilmesine dönükse bize özgü bu saçma sapan süreçler yüzünden mağduriyet daha da derinleşir, içinden çıkılmaz bir hal alır. Bazen bir konuda kanun yapmamak belki çözüme daha kolay ulaşmak açısından kanun yapmaktan daha iyi olabilir.
Hep birlikte hatırlayalım. 2003 yılı ve sonrasında Sayın Ömer Dinçer'in liderlik ettiği bir kamu yönetimi reform girişimi vardı. Gerçekten de herkes çok umutluydu bu girişimden. Sınırlı sayıda alanda bazı ufak tefek girişimlerde bulunuldu ama reform kendisinden beklenen esas dönüşümü bir türlü sahaya indiremedi. Reformun mimarları da bir süre sonra pasifize edildiler ya da geri çekildiler. Şimdi bu reform girişimini kaç kişi hatırlıyor. Belki reform belgelerini temel kanun tasarılarını filan birer basılı belge olarak hatırlayanlarınız vardır. Gerçekten de Türkiye'nin acil ihtiyacı olan değişim programlarından birisiydi o reform girişimi, ama akim kaldı. Oysa Türkiye halen tarım toplumuna endeksli bir kamu örgütlenmesiyle muasır medeniyet hedefi kovalıyor, 2023 hedeflerine hazırlık yapıyor! Yani rakipleri 3000 cc gıcır gıcır yepyeni bir otomobille otobanda hedefe doğru yol alırken Türkiye 1975 model 1300 cc artık kendisini zorla taşıyan bir döküntü otoyla rakibinin koştuğu hedefe koşmaya çalışıyor. Ha gayret, ha gayret!
İşin acı tarafı bu kara tabloyu hiç kimse görmek istemiyor. Herkes bir başarı öyküsü uydurarak, cilalı imaj devrinde yaptığı ve yapamadığı her şeyi bir PR malzemesi olarak parlatmanın, cilalamanın peşinde. Profesörü de, siyasetçisi de, ilim adamı da bürokratı da, yazarı da, gazetecisi de okumuşu, okumamışı herkes kendisini kandırıyor, kendisini oyaladığı yetmezmiş gibi ülkeyi de oyalıyor. Kelli felli adamlar istatistik hileleriyle, kocaman yalanlarla kendilerini ve milleti kandırıyorlar. Kurumlarda ve siyasette gerçekleri gören, katma değer üreten, fedakar, bilinçli insanlar sevilmiyorlar, önleri kapatılıyor. Çünkü hiç kimse sorunlarla yahut gerçeklerle yüzleşmek istemiyor. Herkes yarasız beresiz kendi dönemini kapayıp kendi selametini sağlama peşinde.
Buradan ortaya iki sonuç çıkıyor; ya herkes her şeyin farkında, bu düzen nasıl olsa değişmez aman bana ne canım, ağrısız başımı neden ağrıya sokayım diyor ya da hiç kimse gerçekle yüzleşerek hakikatin acıtıcı boyutuyla yüzleşmek istemiyor. Tersini düşünmek imkansız, bir yangın varsa elbette bu yangın önce çıktığı yeri yakar, uyuyanların uykuda kalması imkansız!