Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2964.44
BIST 100
9718.72
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Teolojikleşmeden ka(çın)abilir miyiz?

Teoloji çoğunluk kullanımlarında “kelam”a eşitlenmektedir. Sözlükte “Tanrıbilim” şeklinde karşılanan teoloji, bu bağlamda İslam düşüncesinde tam anlamıyla kelamın karşılığı değildir. Bu biraz da Hıristiyanlığın meseleye yaklaşımı ile bağlantılıdır. Kelam ilminin içeriğinin teolojiden daha geniş olması yanında, “Tanrıbilim” şeklindeki anlamın da kelamın karşılığının olmadığını belirtmeliyiz. Fakat teolojiyi “bir dinin kurucu metinlerinin kültürel, siyasal, ekonomik tüm sorunlar karşısında ve onlarla ilişkileri içinde tarihteki açılımı ve bu haliyle bir sorun halletme biçimi olarak dünya görüşüdür” şeklindeki tanımımız kelama da önemli oranda atıfta bulunmaktadır.

Bir şeyin teolojik hale gelmesi ya da teojikleşmesi, ifadenin/yargının aşkın/metafizik boyut kazan(dırıl)arak kendi özgül ağırlığının ötesinde bir anlam ve otorite kazanması durumudur. Çünkü teolojinin yukarıdaki tanımı göz önüne alındığında insani bir anlama çabasına denk gelmesi söz konusu ise de, temel referansları son kertede “aşkın”a doğru göndergelerle belirginleşmektedir. Buna göre, tabii olarak bütün dinlerin kurumsallaşmış teolojilerinden bahsetmek mümkündür.

Modern döneme geçildiği zaman, vahyin epistemolojik statüsünün düşmesi ile eşzamanlı olarak bilim hiyerarşideki üst konumuna yerleşmiştir. Bilimsel çabaların temel niteliği, onların fenomenal dünyanın sınırları içerisinde metafizik yapmadan deney, tecrübe, gözlem vb. yöntemlerle eşyanın bilgisini ve onlar arasındaki ilişkileri ortaya koyma amacında olmasıdır. Kant “Saf Aklın Eleştirisi”’nde metafizik spekülasyonlara girmeden kendi bahçesinde (bunu fenomenal dünya olarak okuyalım) ev yapmaktan bahsetmektedir.

İslam düşüncesi’nde tek bir epistemolojik kaynak söz konusu değildir. Eşyanın bilgisini üretme anlamında bilim (burada ilim ve bilim arasındaki farklara dair tartışmayı dışarıda tutuyoruz) kadar, tecrübi bilgi ve vahyi bilgi kendi imkan ve sınırları içerisinde kabul görmektedir. İnsanın kökeni, geldiği yer, dünya ile irtibatı, dünyanın nihai anlamı, öldükten sonra insanın akıbeti, Tanrı vb. tüm kavram ve ilişkiler ancak vahyi bilginin cevap verebildiği alanlardır. Yine eşyanın (dünyadaki tüm varlıklar) fenomenal dünyadaki bilgisi (nihai bilgisi değil ya da Kant’ın deyişiyle “kendinde şey” değil) ile eşya arasındaki ilişkiler bilimin konusu olup, İslam düşüncesi tarafından teşvik görmüştür. Nitekim tarihsel sürece baktığımızda, bu konudaki derin çabaları gözlemlemek mümkündür.

İslam düşüncesinin buradaki mentalitesi hem bilim ile vahyin kendi sınırları içindeki çıktılarını kabul etmek hem de bilim ile vahiy arasındaki ilişkiyi devam ettirerek bilimi ve vahyi tek başına mutlaklaştırmadan her türlü bilgi sistemini değerlendirmek. Batılıların temel problemi modern zamanlarda vahiy ile bağlarını tamamen kesmiş olmalarıdır. Bu durum insanın metafizik boyutlarını tamamen görmezden gelmeyi gerektirmektedir. Bugün müslümanlar bu ayrım ve ilişkilere itibar etmediklerinden bilim alanında yetkinleşmedikleri gibi vahyi de tam olarak anlayabilmiş değiller.

Pozitivizm böyle bir düalist ayrışma üzerinden hareket ederken din ve bilim arasındaki uzlaşma noktalarını tamamen paranteze almıştı. Auguste Comte sosyoloji özelinde bilimi metafizik spekülasyonlardan kurtarmak üzere harekete geçmişti; fakat sonunda “pozitivizm İlmihali” ile teolojikleşmeden kurtulamadı. Kanaatimizce 20. Yüzyıl boyunca bilim ve felsefe bugüne gelinceye kadar bu bunalımı yaşamaya devam etti.

Bugün teolojikleşmenin varlığı kesin; bir yandan din ile bilim arasındaki ilişkileri tamamen kopardığı için Batı düşüncesi son kertede mistik ve metafizik taleplere cevap verebilmek için bilimi teolojikleştiriyor, diğer yandan İslam dünyası bunu teolojiyi bilimin üzerine tamamen genişleterek yapıyor. Tam da bu noktada teoloji de bilim de işlevini kaybediyor.