Teoloji ve sosyoloji
Bir kavrama yüklenen anlam, onun teori ve pratikte nasıl bir konum kazanacağını da belirlemektedir. Bu bağlamda kavramların tanımlarının net yapılması kadar, “üzerine konuşan”ların da uzlaşmış oldukları tanımlardan yola çıkmaları tartışmanın bir yere gidebilmesi açısından önemlidir.
Tanrı-insan ilişkisi, insanlık tarihiyle eşdeğer bir seyir izler. Tanrı insanları yarattıktan sonra, onlarla konuşmak istemiştir. Bu konuşmanın içeriği bir rehberliğe dayanmaktadır. Fatiha suresinde bahsedilen hidayet yani yol gösterme, dinin temel işlevini oluşturmaktadır. İbadetler, dinin farklı tikel unsurları, yol göstermenin içinde yer alan araçlardır.
Tanrı’nın bizimle konuşması iki şekilde gerçekleşebilirdi. Ya biz insanlar olarak, Tanrı’ya yükselecektik ya da O bize nüzul edecekti. Tanrı ile insan, mahiyetleri farklı varlıklar olduğundan ikincisi gerçekleşti. Fakat bir peygamber üzerinden gerçekleşti. Bu anlamda vahiy de, kendisini tarihin içinde açar ve bir sosyolojiyle ete kemiğe bürünür. Bugün vahiy sanki hiç tarih ve sosyoloji ile buluşmadan bir “din” formatında görünür oluyor şeklinde algılanıyor.
Bu açıdan teoloji ile sosyoloji arasında diyalojik bir ilişkinin varlığı inkar edilemez. Bu, olgular ve sosyal gerçeklik ile metin arasındaki ilişkiyi gündeme getirmektedir. Metin bize, Tanrı, insan ve çevre ilişkilerine dair temel değersel çerçeveyi sunar. Bu konuda insanlara bir “rehberlik” iddiasındadır. Ancak bunun gerçekleştirimi tarih içinde ve sosyolojinin imkanları dahilinde olur. Bunun anlamı, tarihin her farklı döneminde vahyin sosyolojik koşullar içerisinde yeniden ve yeniden açacağıdır.
İşte tartışmalar tam da belirttiğimiz ince çizgiyi anlamakla ilgilidir. Farklı dönemlerde vahyin tecrübe edilmiş ve bu bağlamda ete kemiğe büründürülmüş formellikleri, değişmez katı dogmalar olarak algılanır ve bu formellikler Tanrı’nın muradı olarak görülür. Halbuki esas olan tarih içinde ve bir toplumla buluşan temel çerçevedir ve o an yeniden tecrübe edilmeyi beklemektedir.
Bugünkü temel hata; Tanrı tasavvurundan başlayarak temel değersel çerçeveyi bugünkü koşullarda açmadan, geçmişteki formellikleri tekrar etmekten kaynaklanıyor. Bunun doğal sonucu olarak da, Müslüman toplumlar din adına feodal dönemin formelliklerini tartışmaya devam ediyorlar. Bu ise büyük oranda bir patinajı getiriyor. Bu sebeple kimileri Hz. Peygamber (SAV), kimileri de daha sonraki dönemleri, söz gelimi İmam Gazali döneminde vahyin tarihteki açılımı ve oluşmuş sosyolojiyi teolojik hale getirerek günümüzde temel dini doktrinler olarak sunuyor. Bu sebeple bir âlimin görüşlerine teolojik doktrinler” olarak sarılıyor ve hatta onların eleştirilmelerine bile izin vermiyor. Dolayısıyla bazı elbiselere, sembollere, isimlere sarılarak kendisine bir hayat inşa ediyor. Bu arada da dinin temel hedefleri gözden kaçtığından, sembolik bazı giysiler ve isimler din adına öne çıkıyor.
Vahyin bugünkü tarihte ve sosyoloji içerisinde kendisini nasıl açacağına dair bir çaba görünmüyor. Sürekli geçmiş sosyolojiler hatta teolojik sosyolojiler tartışılıyor. Elbette geleceğe doğru projeksiyon geliştirmek için gelenekle bağ kurmak önemlidir. Ancak bunun anlamı; bir yandan düşüncede sürekliliği sağlamak diğer yandan yeni açılımlar gerçekleştirmek üzere geçmişi yeniden okumaktır. Yoksa durmadan geçmişten iktibaslar yapmak değil.
Belki de bu sebepten “tarih” ile ciddi bir sorunumuz var. Bugün insanlara açılım getirecek bir şey sunulamadığı için tarihe kaçıp oradan iktibaslar yapmak yani.