0
Aslından, esasından ayrılan hangi varlık bin bir çeşit astarı ile mutlu olabilmiştir ki? Hakiki değerini kaybeden hangi şey, ona yüklenen çakma değerlerle kendini bulabilmiş?
Bırakalım mızmızlığı. Ölüm var. Hayır. Hiç olup gitmeyeceğiz. Tam aksi. Ölüm değerli kılıyor yaşamı. Dahası öldükten sonra yeni baştan yaşayacak olmak! Tamam ondan önce, daha şimdi, -çık bak güneş açmış mı?- hayat var. Ama ölüm de var. Batış da var. Başka bir doğuş için...
Şu hayatta varsak; içi boş bir çerçeve değiliz ya. Kalbimizin çehresi yüzümüz. Çekirdeği özümüz işte.
Büyüdük artık. Caddeden karşıya geçerken kimse tutmadığında geçebiliyoruz bak! Daha çoook büyüyeceğiz ve birinin elimizden tutmasını isteyeceğiz yeniden. Kola girmeyi. Sonra bir ara değil karşıya geçmeyi, caddeye çıkmayı dahi beceremeyeceğiz. Bir gün hiç olmadığı kadar eller üstünde geçeceğiz aynı caddeden... Fena olacağız o törende!
Eee...
...
Ne olursa olsun bir doğrusu olmalı insanın. Varlığının temelindeki bu açlığa bir "lokma" uzatmalı, muhakkak bu yoksulluğu varlıklı kılmalı insan.
Yoksa yaşayamaz.
Varlığını ve yaşamını ne ile anlamlandıracak? Ufka hangi yüzle bakacak? Kendini nereye koyacak sonra? Ve koyduğu o yerden mutluluğunu alacak…Nasıl?
Temelleri sallanır insanın kendine ait bir doğrusu olmasa. Bir adı olmalı yaşamının… Sanı olmalı…
Hakikat; temel ihtiyaçtır. Açlığa iyi gelen sıcak ekmek kokusu… Kuraklığın acısına değen ince bir yağmur ya da…
Temel ihtiyaçlarımızı karşılayana da, karşılamamıza yardımcı olanlara da nasıl teşekkür ederiz bu yüzden. Ekmeğe vesile olana. Doğruya ulaşmamıza da… Yağmur bulutuna dokunana bizim için…
Bütün açlıklar doymak ister çünkü. Ruh da kıvranır hikmetsiz, hakikatsiz kaldığında…
...
Kim karşılayacak bu muhtaçlığımızı?
Kime güveneceğiz bu hayati meselede?
...
Önce Yaratana hak veriyor özgür bırakılınca insan… Temel ihtiyacı olan doğruları belirleme hakkının O'na ait olduğu konusunda.
Aptal aptal, anlamıyormuş gibi bakmaya gerek yok öyle. Çok basit bir cevabı var bunun. Nasılsa herkes kabul ediyor: Yarattığı için… Yaşam ve ölüm, ölümle noktalanıncaya kadar yaşamın sürmesi O'na bağlı olduğu için. Tamam bu kısmına herkes sıcak bakmıyor fakat onu da eklemeli: Ölümden sonra yeni bir yaşam verecek olması da cabası…
...
Değişmez doğrular şu başımızda yükselen göğe benziyor! Dimdik dağlara, ya da... Onlara yaslanıyor insan ve temel doğruların değişmezliğine olan güvenle dilediği yere ve zamana değişerek yaşayıp gidiyor binyıllardır… Hakikat insan içindir. İnsanı sahiplenir. İnsan onu sahiplenmese de.
Hayatının doğrularını kendi dengi bir insanın ya da kendinin belirleyeceğine inanan da var. Bu hakkı kendisi bir yana, başka bir insana veren. Yaratmamış olsa da… Ne hayatın imkanlarına, ne de ölümün imkansızlığına nihai anlamda yetkin olmasa da…
Her şey çok açık öte yandan. Hepimiz O'nun toprağını sermişiz altımıza, O'nun yağmurunda ıslanıyoruz… O'nun denizine bakıp dalıyoruz düşüncelere…Havası, suyu, ekmeğiyle bu yerleşim alanını bize vermişse, bir hakikati vermemiş, bir onu köşe bucak saklamış olabilir mi?! Doğrusu içine eğilip baktığında bile O'nu görür insan… Tabiatında gezip dolaştığında O'nunla karşılaşır. Aklına yükseldiğinde ve kalbine çömeldiğinde de…
Böylesine açıkta saklanabilmesi ne enteresan! Fakat ne büyük zevk. Arayışın heyecanıyla geçmekte bu yüzden hayat. "Buldum!" diye diye keşfetmiş olduğunu sanmanın ölümlü sevinciyle!
Hey hey!..