Televizyonlar ve Psiko-Terör
“Tam Kapanma” öncesindeki, Bodrum-Marmaris, Çeşme, vs., ağırlıklı “Kovidler Göçü”nü ve ekranlarda sürekli olarak gördüğümüz “varyant uzmanlarının” akla ziyan lâflarını ele aldığımız videomuzu yorumlayan Dr. Yılmaz Babutçu şöyle yazmış:
“Her gün tedirgin bir
şekilde yanımıza gelen hastalara, ‘Hiç değilse kapanma süresince
televizyonlarınızı ve insanı aptallaştıran akıllı telefonlarınızı kapatın,
kendinizi ne kadar iyi hissettiğinizi göreceksiniz!’ diyorum.”
Akıllı telefonlar meselesini bilemem.
Yani, akıllı telefonları kapatma işini becerebilir miyiz, çok zor.
Sosyal medyada çokça paylaşılan karikatürde, köpekçiğin biri zincirle direğe, adamcağızın biri de “şarj aletiyle” cep telefonuna bağlanmıştı.
Bizim “akıllı” cep telefonuna mahkûmiyetimiz o köpekçiğin zincire mahkûmiyetinden çok daha fazla olmalı.
Onu ara sıra salı veriyor, nefes almasına, şöyle zincirsiz bir şekilde dolaşmasına izin veriyorlardır herhalde.
Bizim böyle bir imkânımız da yok, “yarım saat” kapalı tuttuğumuzda, “Ne oldu, bir sıkıntı mı var, aradım kapalıydı, ulaşılamıyorsunuz!” yollu sorularla karşılaşıyoruz.
İçimizdeki ses, telefonumuz kapalı olduğunda başımıza bir şeylerin geleceğini, en azından büyük bir fırsatın kaçacağını söylüyor bize.
Köpekceğiz zincirlenmediğinde, başına bir sıkıntının geleceğini “düşünmez” herhalde!..
Uzatmayalım, telefona “kapanma boyunca” ara verme işi sıkıntılı, çoğumuz için mümkün değil daha doğrusu.
“Televizyon işi” düşünülebilir ama.
En azından “kontrollü seyir” yapılabilir.
Bazı kanallar “devre dışına” itilebilir.
“PsikoTerör” başlıklı bir önceki yazımızda, ekranlarda sürekli olarak boy gösteren “belli virüs uzmanlarının”, bu süreçte aklını yitirmemenin gayreti içinde olan vatan evlâtlarının psikolojilerini bozmak için “kullanıldıklarına” dikkat çekmiştik.
Öylesine acayip şeyler söyleniyor ki…
Mesela…
Akla ziyan şu yorum:
“Sosyal mesafede 2
metre ile 20 metre arasında fark yok!”
Ne demek bu?
Hani birbirimize pek yaklaşmayacağız, aramızdaki mesafe bir rivayete göre bir buçuk, bir başka rivayete göre 2 metre olmalı ya…
Tarifeler yavaş yavaş değiştiriliyor.
Son olarak 20 artı 1 metreye çıktı “gayri resmi mesafe kuralı”!
Elimizde 50’lik “metre” ile dolaşacağız yakında, yanımıza 20 artı 1 metreden fazla yaklaşan olmasın ki virüs kapmayalım!..
Buradaki 20 artı 1 neye göre belirlenmiş, bilimsel bir çalışmanın ürünü mü, nereden çıkmış?
Bunların hiçbir önemi yok.
Vatandaş bunları izleyecek ve kafası biraz daha bozulacak, içinde biriktirdikçe biriktirecek ve bir yerde patlayacak!..
Birikim, birikim birikim. derken iş “sosyal patlamaya” varacak!
Hesap bu mu?
15 Temmuz’da yıkılamayan “ Ruh” bu yolla mı yıkılmaya çalışılıyor, meselâ…
*
Neler oluyor?
Ortadakiler, bir takım hesapların ürünleri mi?
“Ne hesabı, yok canım, ne alâkası var!” diyen için, “Büyük Sıfırlama, Great Reset” çerçevesindeki “Yapay Et” meselesinin gittikçe daha “cüretkâr” bir şekilde önümüze getirildiğini hatırlatmanın yararı yok.
Merkezde yer alan ve ziyadesiyle itibar edilen bir televizyon kanalının, “Yapay et raflara ne zaman geliyor! Hayvancılık gezegene zarar veriyor!” KJ’li “habere” yer vermesi de kör tesadüfün eseridir!..
Yine…
Son vakitlerde, “ineklerde, tavuklarda koronavirüs” haberlerini gittikçe artan sıklıkta görmeye başladık, bu da “kör tesadüf” işi olmalı!
Kurban Bayramı’na doğru, bu türden “mesajlar”ın verildiği yayınlar iyice tempo kazanır artık, tesadüf eseri olarak tabii!..
*
Efendim,
Çok yönlü “plândemi” faaliyetlerinden bahsediyoruz.
Bu elbette “Ortalıkta virüs yok!” demek değil.
Elbette var ve bizler elbette bir takım tedbirlere uyacağız.
Temizliğe her vakit olduğu gibi dikkat edeceğiz, bu alanda ihmallerimiz varsa gidermeye çalışacağız.
Bununla birlikte…
Bu “virüs”ün hangi amaçlarla kullanıldığına, çoğu zaman da şişirildiğine ve milyon kat daha ölümcül olan hastalıkların önüne geçirildiğine iyi bakmak gerekiyor.
Unutmadan;
Geçenlerde bir “aşıcı” çıktı ve “İki doz aşı yetmeyebilir!” dedi!..
Yani?
Hani ikiydi?
Bunun üçü var, dördü var, kırk dördü var…
Allah sonumuzu hayr eylesin;
Nice nice varyantı var, “Türk Varyantı” henüz piyasaya çıkartılmadı, çıkartılmasın aman!..
*
“Televizyonlar” diyorduk.
Evet, eskisi kadar etkili değiller ama azalmış etkileri bile çok fazla.
Sosyal medya hayatımıza ilk girdiğinde, gazeteler oraların da gündemini belirlerdi.
Gazetelerin bu gücü çok azaldı, onların yerini televizyonlar aldı.
“Bazı” televizyonlardaki bilhassa abuk sabuk, sapık supuk ilişkiler, sosyal medyanın da gündemini büyük ölçüde belirliyor.
Oralardaki “sapkınlığı meşrulaştırma” operasyonları, sosyal medyayı etkiliyor, milyonları etkiliyor.
Son vakitlerde birbiri ardına yayına verilen “Manyak Filmleri” toplumun psikolojisini yıpratma faaliyetlerinin bir aşamasını oluşturuyor.
Bazı programlarda “Anadolu Aile”sinin nasıl tahrip edilmek istendiğini görüyoruz.
Mesajlar “ustalıkla” veriliyor, “ambalajlanarak” veriliyor, çoğu seyreden “iyi şeyler yapıldığını” düşünürken, alttan alta yıpratma ve zemin kaydırma ameliyesi sürdürülüyor.
En sapkın, en rezil ilişkiler “kanıksanır” hale getiriliyor.
Bir yerden kötü koku alırsanız, burnunuz rahatsız olur.
O koku ortadan kaldırılmazsa ve sizin oradan uzaklaşma imkânınız, kabiliyetiniz olmazsa, bir süre sonra o kokuyu hissetmez hale gelirsiniz.
Alışırsınız.
Kanıksarsınız.
*
Bütün bunları aslında “yöneticilerimiz” de biliyor.
O kadar biliyor ki, “Bazı medya organlarının aile kurumunu yıpratmak için maksatlı çalışmalar içinde olduğu yönünde” resmi açıklamalar bile yapılıyor.
Yapılıyor da ne oluyor?
Şimdiye kadar, aşağı yukarı hiç!..
Burada, iş bize düşüyor yine.
Yani…
“Seçici” olacağız.
“Psiko-terör”e kapılarımızı mümkün olduğunca kapatacağız!..
Bunu yapabilir miyiz?
Yapabilenleri gördükçe “Neden olmasın!” diyorum!..
Aklımıza mukayyet olalım dostlar!..