Tekerrüre tefekkürle karşılık verilir
19. yüzyılın başlaması ile birlikte İngiliz sömürgeciliği yayılmış, parsellenen bölgeler İngiliz vilayetleri haline gelmişti. Artık resmi İngiliz valileri bu bölgeleri yönetiyordu. Bu yüzyılda Avrupa, Uzakdoğu ve Afrika içlerine kadar uzanan coğrafyada milyonlarca insan canından olmuştu.
19. yüzyılda İngiliz hegemonyası için “Güneşi Batmayan İmparatorluk” demişlerdi, lakin 20. yüzyılın ilk çeyreğinde İngilizleri Almanların elinden denizler kurtarmıştı.
20. yüzyılın başladığı tarih olarak kabul edilen 1914’te I. Dünya Savaşı, bu savaşın bitişinden sadece 18 yıl sonra II. Dünya Savaşı yaşanmış ve bu savaşlarda çoğu sivil 100-120 milyon insan hayatını kaybetmişti. Can kaybının bu kadar yüksek olmasının sebebi, paylaşım ihtirası dolayısıyla kitle imha silahlarının kullanılmaya başlaması olarak kabul edilir.
21. yüzyılın başlamasının üzerinden sadece 20 yıl geçti. Sadece Afganistan ve Irak’ta (en iyimser rakamla) 6 milyon insan ABD saldırıları ile hayatını kaybetti. Suriye’de öldürülen 1 milyon insan Afrika’daki iç savaşlarda öldürülen yaklaşık 2 milyon insanı da eklersek 21. yüzyılın ilk çeyreği bitmeden 9-10 milyon insan petrol uğruna öldürüldü.
Savaşlar ve dolayısıyla milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi, dönemin güçlü devletlerin paylaşım anlaşmazlığından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu paylaşım, başka devletlerin toprağının, jeopolitik konumunun ve zenginlik kaynaklarının kim/ler tarafından ve ne kadar kullanılacağı üzerinden yapılır.
Hafıza sahibi herkes 20. yüzyılın başından itibaren Türkiye’mizin kuruluşunu ve öncesinde yaşananları çok iyi biliyordur. 6 asır boyunca dünyanın en güçlü devleti olan Osmanlı Devleti dağılmış, toprakları sömürge devletleri arasında paylaşılmıştı.
Demem o ki, dün de böyle idi, yarın da sonraki yarınlarda da dünyanın gidişatı bu şekilde “Savaş ve paylaşım” şeklinde devam edecek.
O zaman bu önlenemez, lakin öngörülebilen tekerrür karşısında millet ve devlet olarak bize düşenin ne olduğunu bilmeliyiz.
Türkiye ne yapmalı?
Bölge ülkelere baktığımızda Lübnan, Irak, Suriye, Mısır, Libya tarumar edildi. Şimdi İran hedefte, İran sonrası Türkiye’nin Batılı emperyalist ülkelerin hedefinde olduğu unutulmamalıdır.
İşte, böyle bir süreçte olmaması gereken bir sorunumuz var. Üzülerek belirtmeliyim ki hedefteki ülke Türkiye’nin bu meşakkatli süreçte ciddi bir muhalefet sorunu var. Bu sorun, muhalefet partilerinin devletin ve milletin var olma/beka meselesinde Batılı ülkelerin yanında durmasıdır.
Düşünebiliyor musunuz?
İsrail, Rumlar, Yunanlılar ne diyorsa başta CHP olmak üzere muhalefetteki partiler aynı şeyi söylüyorlar. Libya’ya asker göndermek için can atan devletler, “Türkiye’nin Libya’da ne işi var?” diyor, ertesi gün bizim muhalefet, “Libya’da ne işimiz var?” diye çıkışıyor.
Yeni bir dünya kurulacak ise geçen yüzyıllarda yaşananların benzeri savaşlar yaşamadan kurulamayacağını bilmemiz lazım. Sadece konvansiyonel savaş döneminin kapandığını, dünyanın güçlü devletlerinin hibrit savaş başlattıklarını ve buna göre strateji geliştirmemiz gerektiğini unutmamamız lazım. Bu hibrit savaşta muhalefetin demoralizasyon görevini devraldığını görmek son derece acı bir gerçektir.
Türkiye gibi ülkelerin en büyük gücü milleti, inancı, tarihidir. Bu güç her milletin her devletin sahip olmak için can attığı büyük bir potansiyel ve değerdir. Bizim bu gücümüzü Türk-Kürt, Sünni-Alevi, laik-dindar gibi farklılıklarımız üzerinden aşındırmak istediler ve kısmen de başardılar. Lakin her oyunu gören milletimizin yeniden aynı oyunlarda mendil sallamayacağını umuyoruz.
Muhalefetin görmesi gereken gerçeği yukarıda sıralamıştık. Bu yüzyılda da büyük savaşların yaşanacağını, bu savaşlarda milyonlarca insanın kısa sürede hayatını kaybedeceğini, devletlerin yıkılıp-parçalanıp devletçiklere dönüşeceğini muhalefet de görüyor, biliyor.
Sorun, muhalefetin bilmesi değil, zira bu durumlarda bilmek yeterli gelmiyor, sorun, (dilim söylemeye varmasa da) emperyalist güçlerle işbirliği değil ise muhalefetimizin bu hassas ve hayati süreci kavrayamamasıdır.
Bu yüzden muhalefet partilerimizin son üç asrı doğru okuyup meselenin üzerinde tefekkür etmesi, olan biteni bütün detayları ile görüp ileride devlet olarak hangi sonuçlarla karşılaşabileceğimizi görmesi lazım.
Gerçekten de zaman gittikçe daralıyor.
Unutmayalım, asrımız aynı zamanda sürat asrı…