Tekeffül edeceğin hayatı yaşa
Aynı kavşakta buluşturacağımız birkaç yolu tanımlayalım öncelikle. Birincisi, pandeminin de etkisiyle merkez bankalarının bastığı karşılıksız paralar yıllardan beri fazlalaşıyor. Bunun anlamı; henüz üretilerek karşılığı oluşturulmamış paralarla tüketim yapmak. Tabiatın ilkeleri gibi ekonominin ilkeleri de bunun bir fatura olarak insanların önüne çıkacağını söylüyor. Bunun kredilerle yıllara doğru yayılması sonucu değiştirmiyor.
Dünya sisteminin genel politikası, insanları ajite ederek geleceğini ipotek etme pahasına borçlandırma. En temel ihtiyaçları için bile geleceğe doğru 5, 10, 20 ve yetmezse daha fazla sene borçlanmasını sağlamak. Maurizio Lazzarato’nun “Borçlandırılmış İnsanın İmali” kitabı bunun nasıl yapıldığını detaylarıyla anlatıyor. Böyle bir kitabı bir müslüman niçin yazmıyor diye de insan hayıflanmıyor değil. Borçlandırma daha kolay yönetilebilirliği sağlayan, insanların özgürlüklerini ellerinden alan bir strateji olarak devreye giriyor. Esas sorunlarla ilgilenme mecalini bulamayan, borç ve tüketimden kafasını kaldıramayan kitleleri, “cambaza bak” oynatarak, yönetim stratejilerinin içinde yeniden belirlemek.
İkincisi, kimliklerin daha baskın vurgulanışı, gündelik hayatın davranış biçimlerinde bir takım sınırları belirliyordu. Söz gelimi; müslüman israf etmez ve davasına ihanet etmez gibi sözler, zihinsel bir bagaj olarak filtre işlevi görmekteydi. Solcular da özel mülkiyet, dava, komün yaşam gibi anahtar kavramlar etrafında kendilerine filtrelemeler yapıyordu.
1980 sonrası iklim bunları çözündürdü ve Türkiye insanı da giderek tüketim toplumu ve kültürünün bir parçası haline geldi. Uygulanan stratejilerle kimlikler tamamen görünmez hale gelirken, şimdi “sahip olmak” üzerine ortak bir kimlik işliyor. Herkesin statüsü, kimliği ve değeri sahip oldukları üzerinden belirleniyor. Bu da pahalı evler, pahalı araçlar, lüks tüketim maddeleri almak üzere insanları seferber etmek demektir. Bunun geniş kitleler için borçlanma, uzun taksitler demek olduğunu herhalde söylemeye gerek yok. Bunun riskli sonuçlarından birisi de, yaşamın tamamen biyolojik olana dönmesi ve sıfır toplamlı insanlık sonuçlarının ortaya çıkmasıdır.
Üçüncüsü, kurgulanan bu yaşam biçiminin propaganda aracı da tüm enstrümanlarıyla medya. Medya geniş kitleleri tüketim için ajitasyonda bulunurken, olur ki hala tüketime direnenler varsa, onları aforoz edecek dilsel ve zihinsel oyunları da ustalıkla kurmaktadır. Geçmişte Tanrısal inayet üzerinden işletilen mahrumiyet duygusu, daha da keskinleştirilerek alışveriş merkezlerinin sınırlarında işlevselleştirilmektedir. Tanrı da böyle bir tüketim düzeninin garantörü olarak, farklı dinin müminlerine postmodern tarza uygun olarak kendilerini doğrulayacak şekilde temsiller sunmaktadır.
Bugün dünya sisteminin propagandası kitlelerin “astronomik hayaller” kurmasını başarmıştır. Bir yandan bu hayallerin sınırları, tıpkı evrenin genişlemesi gibi sürekli genişlemekte; diğer yandan hayallerin uzamının birey tarafından temellük edilmesi oldukça pahalı olduğundan hayaller ve borçlar sürekli revize edilmektedir. Nihayetinde kitleler tekeffül edemeyecekleri (=üstesinden gelemeyecekleri) bir hayata talip olmuşlardır. Bedeli “insansızlaştırma” olan bu hayatın yüksek maliyetli borçları da, alacaklı olarak yeni tanrı temsillerine aktarılmıştır.
Doğrusu üniversitede öğrencilik yıllarında henüz kredi kartları yokken “taksitle alışveriş yapmayın; elinizdeki ile yetinmesini bilin” diyen hocamızı içten içe çağdaş dünyayı anlamamakla itham eden arkadaşlarımız vardı. O hocamız bugünleri bütün formları ile görmüyordu tabii ki. Ancak İslam’ın hayat felsefesini anlayarak dünya ile irtibat kurulmasını öneriyordu. Demek ki, bu felsefeyi yakalayabilen insanın öngörüleri her zaman doğru çıkacak.
Talip olunan hayat, insan gerçekliğini dikkat ederseniz karşılayamıyor. Fakat göz dikilen vadilerin hayat için çok astronomik kaldığı, ancak “toprak” ile anlaşılabiliyor. Tabii görülebilecek bir toprak kalmışsa…