Dolar (USD)
32.57
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2456.74
BIST 100
9775.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Tek hakikat: ölüm ve hayat

Ramazan ayı Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetlerinin nazil olmaya başladığı aydır. Bu sebeple ramazan ‘Kur’an ayı’ olarak da anılır. Ramazan geldiğinde Kur’an-ı Kerim’i Arapça metninden okuyabilenlerin onu baştan sona hatmetmeye; meal ve tefsirlerini okuyup anlamaya çalışmaları da bu yüzdendir.

Hz. Peygamber vasıtasıyla insanlara gönderilen Kur’an-ı Kerim, akıl sahiplerine hakkı, hakikati, insanı, diğer canlı ve cansız varlıkları, kâinatı, hayatı, ölümü ve ölüm sonrasındaki ahiret hayatını açıklayan kutsal bir kitaptır. İnsanlara yaratılış ve dünyaya geliş amaçlarını, hayatın anlam ve önemini, dünyanın geçiciliğini, asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu ve ona hazırlanmak gerektiğini anlatır

Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de üzerinde en çok durulan konulardan biri ölüm ve hayattır. Bu hususta pek çok ayet-i kerimeye yer verilmiştir. Bunlardan biri Enbiya suresinin 30. ayetidir. Anılan ayette “… her canlı olanı sudan yaratıp meydana getirdiğimizi görüp anlamıyorlar mı?” buyrulmaktadır.

Malumdur; insanın hayatı da diğer canlılarınki gibi su ile başlayıp ölüm ile sona erer. Âl-i İmrân suresinin 185. ayetinde, “Her canlı ölümü tadar.” denildiği üzere ölümden kaçış yoktur. Ölüm, er ya da geç her insanın başına yüzde yüz gelecektir.

İslam inancında ölüm, dünya hayatı için bir son olmakla birlikte insan hayatı için bir son değildir. Aksine sonsuz bir hayatın başlangıcıdır. Hayat ve ölüm gibi ölümden sonraki ahiret hayatı da bir gerçektir ve buna iman İslam inancının esasını teşkil eder. Bu yüzden de Kur’an-ı Kerim’de sıklıkla ahiret hayatına vurgu yapılır. Kur’an-ı Kerim’de bu hususa dikkat çeken ayetlerden en ilginci Mülk suresinin 2. ayetidir: “Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını deneyip ortaya çıkarmak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O çok üstündür, çok güçlüdür ve çok bağışlayandır.”

Dikkat edilecek olursa ayette önce ölüm, ölümden sonra hayat ifade edilmiştir. Bazı âlimler bu ifade biçiminin ölümden sonraki hayata işaret olduğu kanaatini taşırlar.

Şiir sanatı gibi İslami bilgiye de sahip olan klasik dönem şairlerinin hafızasında ahiret hayatı, kabir sorgusu ve kabir azabı önemli bir yer tutar. Bu şairlerden biri Yunus Emre’dir. O bir şiirinde şöyle der:

“Yunus kabre vardukda Münker Nekir geldükde

Bana sual sordukda dilüm döne mi ya Rab?”

“ Ya Rab, Yunus (ölüp) kabre konulduğunda, (sorgu melekleri olan) Münkir ve Nekir gelip kabirde bana soru(lar) sorduğunda dilim dönebilir mi (cevap verebilir miyim)?”

Yunus Emre’nin sorduğu bu soru, mü’min olan bütün akıl sahiplerinin, âlimlerin, âriflerin, şairlerin tarih boyunca sordukları soruların başında gelir. İçinde bulunduğumuz bu Kur’an ayında birer Müslüman olarak bizim de her birimizin Yunus’un merak edip sorduğu bu soruyu kendimize sormamız, vicdanımızın kabul edebileceği cevabı vermemiz gerekir. Ne var ki bu soru, cevap verilebilecek kolay bir soru değildir. Bu sorunun doğru cevabını verebilmemiz için geriye dönüp yaptıklarımıza bakmamız, niyetlerimizi, istek ve arzularımızı gözden geçirmemiz, kendimizle hesaplaşmamız ve nefsimize farklı sorular da sormamız lazım. Bu hesaplaşma ve sorgulamaya “kul hakkı” ile ilgili bir soru ile başlayabiliriz:

“Hak” kavramı bizim için ne ifade eder? Hak ile hemhâl miyiz? Kul hakkına riayet ediyor muyuz? Meselâ maiyetimizde çalışanların üzerimizde hakları olduğunu ve bu haklarını onlara teslim etmemizin kendilerine bir lütuf değil bizim için bir gereklilik olduğunu biliyor muyuz?

“Adalet” kavramı bizim için ne ifade eder? Kur’an-ı Kerim’de Allah, âdil davranan yöneticilerin hiçbir gölgenin olmadığı mahşer gününde arşıâlânın gölgesinde gölgeleneceklerini müjdeler. O hâlde bir yönetici olarak maiyetimizde çalışanlara âdil davranıyor muyuz? Meselâ onlara hitap etmede, iş yaptırmada, izin kullandırmada, derece vermede ve yükseltilmelerinde adalet ve liyakate uygun hareket ediyor muyuz?

“İslam” bizim için ne ifade eder, hayatımızı nasıl etkiler? İslam’ı üzerimizde sadece bir kimlik ya da bir etiket olarak mı taşıyoruz? Müslüman oluşumuz olumlu anlamda bizi Müslüman olmayanlardan farklı kılıyor mu?

Kur’an-ı Kerim’de iki yüze yakın yerde geçen “ihsan” (iyilik yapmak, ikramda bulunmak, Allah’ın emirlerini en güzel şekilde yerine getirmek), hayatımıza bir renk katmış mıdır? Ailemizle, yakın çevremizle, komşularımızla, çalışma arkadaşlarımızla, Müslüman kardeşlerimizle, Allah’ın yarattığı diğer insanlarla ilişkilerimiz nasıldır? Onlara ne kadar faydamız dokunur?

Eğer bu sorulara vicdanımızın kabul edebileceği cevaplar veremiyor isek tuttuğumuz orucun, kıldığımız namazın, okuduğumuz Kur’an’ın hayatımıza tam ve gerçek anlamda bir faydası olmaz. Allah korusun, böyle bir durumda nefsimizin ve şeytanın maskarası oluruz.

Klasik dönem şairlerimizin dikkat çeken isimlerinden biri olan Şuhudi’ye göre nefis şeytandan da azgın ve tehlikelidir; şeytana bilmediğini de o öğretir:

“Ey Şuhudi nefs imiş İblȋs’e telbȋs öğreten

Ona mekr içinde bulunmaz muadil el-gıyas”

“Ey Şuhudi, şeytana kötülüğü öğreten nefis imiş. İmdat! Kötülük yapmada onun bir eşi ve benzeri bulunmaz.”

Allah, bizi nefsimizin ve şeytanın şerrinden korusun. Ramazan orucumuzu kabul eylesin. Hiçbir zaman haktan, hakikatten, adaletten, İslam’dan ve ihsandan ayırmasın. Bütün güzellikleri ihsan eyleyip bütün kötülüklerden ve tehlikelerden muhafaza buyursun.