Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
05 Aralık 2021

​Tek Başına Bir Üniversite: Süheyl Ünver

Süheyl Ünver, tek başına bir üniversite gibi çalışan abide bir şahsiyetti. Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar, Süheyl Hoca ile yaptığı sohbetleri kitaplaştırdı.

Batıdan esen sert rüzgârlar bütün renkleri, türlü desenleri ve birçok çizgiyi silip süpürmüştü. Bize ait olan, özümüzden kalan, irfanımıza dair, hem sesimiz hem de nefesimiz, devasa bir sanat silinip gitmişti. Ufalmış, uzaklaşmış, kaybolmuştu âdeta. Resimler ruhsuz, şekiller tatsız, tablolar cansız, tuvaller heyecansız, fırçalar etkisiz kalmıştı. Bunu gören Ord. Prof. Dr. Ahmed Süheyl Ünver etrafa baktı. Durumdan vazife çıkarıp kolları sıvadı. Yüreğini, gönlünü ve kafasını ortaya koydu. Medeniyetimize sahip çıkan kutlu eller birken, on oldu, onken yüz, sonra da binler, yüzbinler... Minyatürler dile geldi. Hatlar kımıldadı. Ebrular akıverdi. Tezhipler sayfaları süsleyiverdi. Nakışlar incecik çizgileriyle hem zeminleri hem de yürekleri zinetlendiriyordu. Bir canlanma, hareket ve heyecan başladı her yerde. Bir his dalgası yayıldı bütün Türkiye’de. Atölyeler kuruldu sonra vatan sathına. Narin eller sarıldı kalemlere, fırçalara. İnce ruhlar, geleneği keşfetmişti. Geçmişin güzelliklerini taşıyan öz kumaşımız fark edilmişti. Hassas canlar, zarafeti maziden alıp usulca işlemeye başladı. Gelenek geleceğe taşınıyor, rengârenk zarif minyatürler ölü raflardan canlı duvarlara yerleşiyordu. Genci yaşlısıyla koca bir millet, sanatıyla yeniden doğuyordu.

BİR MEKTEP ADAM

Gelenekli Türk sanatları bugün geniş ilgi görüyor. Gençler sevgiyle koşup öğreniyorlar bu ölümsüz maharetlerimizi... Düne kadar burun kıvrılan öz sanatlarımız, önemsenmeyen has eserlerimiz bugün el üstünde, baş üstünde tutuluyor. Artık tezhip, ebru, hat, minyatür en gözde sanatlar! Sadece yurtiçinde değil, yurtdışında da alaka çekiyorlar. Farklı ülkelerde art arda sergiler açılıyor. Peki kalpleri ve akılları okşayan bu sevindirici gelişmede en çok kimlerin payı var dersiniz? Tabii ki bugün ebediyete göç etmiş bulunan başta merhum Süheyl Ünver ve diğer emektar hocaların emekleri çok fazladır, hakları ödenemez.

Ömrünü İstanbul’a ve ebedî güzelliklerine adayan Süheyl Ünver, tek başına bir enstitü, bir akademi, bir üniversiteydi. Vefatından bir yıl önce kendisini ziyaret etmiş ve bir görüşme yapmıştım. İstanbul’un manevi coğrafyasını bu kadar iyi bilen, estetiğine bu derece düşkün bir ikinci adam var mıydı bilemiyordum. Hocaya büyük bir hürmet ve minnet duyuyordum. Ziyaret esnasında o da bana sevgisini esirgememişti doğrusu. Hekimdi, tarihçiydi, nakkaştı, ressamdı. Hezarfendi, pek çok hünerin mahir sahibiydi. Ama hepsinden önemlisi gönül insanıydı. Sanat pazarında güzellikler devşiren yüreği yufka, imanı kavi dervişti. Unutulmuş sanatlara el atmış, onları ihmalden kurtarıp değerlerine dikkat çekmişti. Nisyana terk edilen göz kamaştırıcı bir define toprak altından çıkarılmış ve aziz milletimizin istifadesine takdim edilmişti.

HOCAYI EVDE ZİYARET

1985 yılında Süheyl Hocayı Kalamış’taki evinde ziyaret etmiştim. Görüşmemizde klasik sanatlarımızın ihya edilmesi gerektiğini söylüyor ve bu yolda devlet ve millet olarak büyük çabalar harcanması gerektiğini ifade ediyordu. Doğrusu o, bu konuda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmişti. Kurslar düzenlemiş, konferanslar vermiş, mecmualara ve ansiklopedilere makaleler yazmış, muhtelif eserler kaleme almıştı. Kütüphanelerde bizzat kendisinin doldurduğu 1200 civarında ‘defter’den bahsediliyor. Asırlık bir ömrü ölümsüz sanatlara, ebedî güzelliklere adamıştı. Nasibi olanlara tezhip, minyatür ve nakış dersleri veriyordu. Cerrahpaşa, Topkapı ve Kubbealtı Nakışhaneleri, Hocalık yaptığı üç güzel mekândı. Evinde de ders veriyor, talebe yetiştiriyordu. Mimariden çok iyi anlıyor, resim yapıyor, hat, ebru, minyatür ve tezhip ile hemhâl oluyordu. Bütün dünyasını âdeta bu güzellikler kaplamıştı. Çizgi, renk, desen ve motiflerden oluşan bambaşka bir kâinat içinde yaşıyordu. ‘Nadir Hocalar’ neslindendi. Üretken, donatıcı, kuşatıcı ve zenginleştiriciydi. İlmini kıskananlardan değildi asla. Aksine talep eden herkese birikimini aktarıyordu.

TANPINAR’LA KARŞILAŞMA

Ahmet Hamdi Tanpınar ile Süheyl Ünver’in, Beyazıt Camii’nin önünde, tarihî meydanda bir karşılaşması vardır. Tanpınar’ın acelesi vardır, çünkü üniversitede derse girecektir. Ancak söyleyeceği önemli bir söz vardır. Bir vasiyet gibidir bu kelam. İstanbul’u Süheyl Ünver’e emanet edecektir. Zaten bu ayaküstü görüşme iki çınarın son mülakatı olur. Zira birkaç gün sonra Tanpınar vefat eder. Bu unutulmaz karşılaşmayı Süheyl Hoca’dan dinleyelim: “Ahmet Hamdi Tanpınar yakın arkadaşımdı. Ara sıra ayakta konuşurduk. Bir gün Bayezit’te rastladım. Hızlı hızlı üniversiteye gidiyordu. Benim yanıma geldiğinde, ‘Merhaba Süheyl’ dedi, hemen gitti. Herhâlde derse girecek diye düşündüm. Beni epey geçtikten sonra tekrar seslendi, geri döndü ve hızlı hızlı tekrar yanıma geldi. ‘İstanbul sana emanet...’ dedi, gitti. Ben Amerika’ya giderken Yahya Kemal de, ‘İstanbul’u bırakıp nereye gidiyorsun?’ demişti.”

Kendisine İstanbul’un emanet edildiği sanatkârımız, 17 Şubat 1898 tarihinde doğdu. 14 Şubat 1986 tarihinde büyük yerden daveti alıp Hakk’a yürüdü. Süheyl Ünver fani dünyaya veda ederken ardından duaya açılmış binlerce mübarek el bıraktı. Gönülleri süsleyen adam ebedî âlemde, ama talebeleri onun açık bıraktığı hasenat defterini tezhipleriyle, hatlarıyla, nakışlarıyla ve minyatürleriyle doldurmaya devam ediyorlar.

A. SÜHEYL ÜNVER’LE SOHBETLER

Daha önce A. Süheyl Ünver biyografisini yazan Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar, şimdi de Hoca ile 7 Aralık 1968 tarihinde başlayan ve 25 Aralık 1985 tarihinde sona eren hususi sohbetlerini, A. Süheyl Ünver’le Sohbetler adıyla kitaplaştırdı. Ötüken Neşriyatı’ndan çıkan eser, 560 sayfa. Süheyl Ünver’in not alma ve şifahi kültürü yazıya aktarma konusunda âdeta “hayrül halefi” olan Ahmed Güner Hoca’nın neredeyse bir ömre mal olmuş bu çok seçkin eseri hakikaten bir hazine değerinde. Zira Süheyl Hoca’nın bir bakıma çalışma tarzını, coşkusunu, hayat telakkisini, tefekkürünü, sanata bakışını, birçok şahsiyet hakkındaki değerlendirmelerini bu eserde görebiliyoruz. Titiz bir ilim adamı olan Sayar, günü gününe tuttuğu bu inci mercan değerindeki notlarla dünkü irfanımızı yarınki nesillere emanet etmiş bulunuyor. Süheyl Hoca’nın kendi sözlerinin yanı sıra başta Peygamber Efendimiz olmak üzere birçok zatın özlü sözünü, vecizesini, hatırasını da kayda geçmiş bulunuyor. Bunlardan bilhassa Süheyl Hoca’nın sık sık andığı isimler arasında Kuşadalı İbrahim Efendi, Ahmed Amiş Efendi, Abdülaziz Mecdi Efendi, Yahya Kemal Beyatlı, Sabri Ülgener, Abdülbaki Gölpınarlı da bulunuyor. Eserde ömrünü ilme, irfana, edebiyata ve maneviyata adamış birçok kişinin adı geçiyor. Ve bunlarla ilgili bilinmeyen hatıralar, çarpıcı intibalar ve kelam-ı kibar. Sayar, medeniyetimizin zabıt kâtipliğini yapmış, dünkü müktesebatı, istikbale taşımıştır.

İLK TANIŞMANIN HEYECANI

Ahmed Güner Sayar, Süheyl Hoca ile ilk tanışmasının hikâyesini anlatırken doğrusu bizi de meraka sevk ediyor. O tarihî günün ifadelerini eserden okuyoruz:

“Nihayet, 7 Aralık 1968 Cumartesi günü saat 11.00 civarında Tıp Tarihi Enstitüsü’nün müdürü Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in kapısını çaldım. İçeriden bir ses geldi mi, işitmeden kapıyı yokladım. İçeriye girdiğimde, iki hanım (Gönül ve Sema Hanımlar) önlerinde kâğıtlar, bir şeylerle meşguldüler. Onlara hitaben:

‘Süheyl Bey, burada mı? Kendisini görmek istiyorum.’ dedim. Bu hanımlardan biri, bu odaya açılan başka bir odayı parmağıyla işaretle, Süheyl Bey’in orada olduğunu söyledi. İçeri girdim. Bu oda, Merkez Bina’nın avlusuna bakıyordu. Süheyl Bey ayakta idi. Kafamda, Ahmed Amiş Efendi merkezli bir soru vardı. Hemen söze başladım:

‘… Efendim! Ben Yozgatlı emekli hâkim Yusuf Bahri Nefesli’nin torunuyum. Dedem, Türbedâr Efendi namıyla maruf, Tırnovalı Ahmed Amiş Efendi’nin bağlılarındandı. Dedemi kaybettiğim zaman 12 yaşındaydım. Amiş Efendi’yi çok merak ediyorum. Siz, bu zâtı tanıyor musunuz? Onun hakkında bilginiz var mı?’ Süheyl Bey’in işaretiyle bulunduğumuz odadan çıktık. İlk girdiğim odada Süheyl Bey, bana bir yer gösterdi ve oturmamı istedi. Kendisi de karşıma geçti. Yüz yüze idik. Bana sordu: ‘Kalem, kâğıdınız var mı?’ ‘Yok efendim.’ Bunun üzerine, Süheyl Bey’in işaretiyle, sekreter hanımlardan biri kalem ve kâğıt getirdi. Süheyl Bey, ceketinin sağ iç cebinden bir defter çıkardı. Dedi ki: ‘Ben, Amiş Efendi’nin sözlerini ona yetişenlerden topladım. Bu defterin ismi Amişname’dir. Size, bu defterden Amiş Efendi’nin sözlerini yazdırmak istiyorum.”

SÜHEYL ÜNVER ÜNİVERSİTESİ

Bu tanışmanın ardından başlayan kalbi irtibat ve manevi harekât, yıllar boyu devam eder. Sayar, artık Süheyl Hoca’nın gölgesi gibidir. Peşini hiç bırakmaz, sohbetlerinde anlattıklarının tamamını zapt eder. Herkese tavsiye ettiğim bu mümtaz eserde, inci mercan değerinde yüzlerce kıymettar söz bulunuyor. Süheyl Hoca’nın şu sözü, hayatının düsturu ve yaşama biçimidir: “Ben ne zaman çalışmaktan yorulursam, dinlenmek için bir başka işe girişirim.” Fatih Türbedarımızın şu kelamı ise derin mana taşıyor: “Gökten düşenin parçası bulunur, gönülden düşenin parçası bulunmaz.” Son yıllarda okuduğum en iyi eserlerden birini bin bir emekle hazırlayan vefalı ve kadirbilir Ahmed Güner Hocamıza şükran borçluyuz. Ömrü bereketli olsun, yeni eserlerini okuyalım inşallah. Başlığımızda geçen ‘üniversite’ kelimesi Süheyl Ünver ismiyle yan yana gelince çok manalı durdu. Türkiye’de son yıllarda esen vefa rüzgârının bir yansıması olarak sanat merkezli eğitimin verileceği bir “Süheyl Ünver Üniversitesi” İstanbul’a ne kadar çok yakışır değil mi? Bunu ümit edelim ve bekleyelim. İnşallah yetkililer, bir hakkın teslimi olacak ve hiçbir zaman unutulmayacak bu hizmeti yerine getireceklerdir. Koca Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, İstanbul’u ellerine teslim ettiği Süheyl Ünver’in ismini bir üniversiteye vermişiz çok mu? Bu isabetli ve hayırlı işi gerçekleştirecek olanlara şimdiden teşekkürler, alkışlar, dualar… Her daim sağ olsunlar, var olsunlar!