Tek Başına Bir Üniversite: Süheyl Ünver
Süheyl Ünver, tek başına bir üniversite gibi çalışan abide bir şahsiyetti. Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar, Süheyl Hoca ile yaptığı sohbetleri kitaplaştırdı.
Batıdan esen sert rüzgârlar bütün renkleri, türlü desenleri ve
birçok çizgiyi silip süpürmüştü. Bize ait olan, özümüzden kalan, irfanımıza
dair, hem sesimiz hem de nefesimiz, devasa bir sanat silinip gitmişti. Ufalmış,
uzaklaşmış, kaybolmuştu âdeta. Resimler ruhsuz, şekiller tatsız, tablolar
cansız, tuvaller heyecansız, fırçalar etkisiz kalmıştı. Bunu gören Ord. Prof.
Dr. Ahmed Süheyl Ünver etrafa baktı. Durumdan vazife çıkarıp kolları sıvadı. Yüreğini,
gönlünü ve kafasını ortaya koydu. Medeniyetimize sahip çıkan kutlu eller
birken, on oldu, onken yüz, sonra da binler, yüzbinler... Minyatürler dile
geldi. Hatlar kımıldadı. Ebrular akıverdi. Tezhipler sayfaları süsleyiverdi.
Nakışlar incecik çizgileriyle hem zeminleri hem de yürekleri zinetlendiriyordu.
Bir canlanma, hareket ve heyecan başladı her yerde. Bir his dalgası yayıldı
bütün Türkiye’de. Atölyeler kuruldu sonra vatan sathına. Narin eller sarıldı
kalemlere, fırçalara. İnce ruhlar, geleneği keşfetmişti. Geçmişin güzelliklerini
taşıyan öz kumaşımız fark edilmişti. Hassas
canlar, zarafeti maziden alıp usulca işlemeye başladı. Gelenek geleceğe
taşınıyor, rengârenk zarif minyatürler ölü raflardan canlı duvarlara
yerleşiyordu. Genci yaşlısıyla koca bir millet, sanatıyla yeniden doğuyordu.
BİR MEKTEP ADAM
Gelenekli Türk sanatları bugün geniş ilgi görüyor. Gençler
sevgiyle koşup öğreniyorlar bu ölümsüz maharetlerimizi... Düne kadar burun
kıvrılan öz sanatlarımız, önemsenmeyen has eserlerimiz bugün el üstünde, baş
üstünde tutuluyor. Artık tezhip, ebru, hat, minyatür en gözde sanatlar! Sadece
yurtiçinde değil, yurtdışında da alaka çekiyorlar. Farklı ülkelerde art arda
sergiler açılıyor. Peki kalpleri ve akılları okşayan bu sevindirici gelişmede
en çok kimlerin payı var dersiniz? Tabii ki bugün ebediyete göç etmiş bulunan başta
merhum Süheyl Ünver ve diğer emektar hocaların emekleri çok fazladır, hakları
ödenemez.
Ömrünü İstanbul’a ve ebedî güzelliklerine adayan Süheyl Ünver, tek
başına bir enstitü, bir akademi, bir üniversiteydi. Vefatından bir yıl önce
kendisini ziyaret etmiş ve bir görüşme yapmıştım. İstanbul’un manevi
coğrafyasını bu kadar iyi bilen, estetiğine bu derece düşkün bir ikinci adam
var mıydı bilemiyordum. Hocaya büyük bir hürmet ve minnet duyuyordum. Ziyaret
esnasında o da bana sevgisini esirgememişti doğrusu. Hekimdi, tarihçiydi,
nakkaştı, ressamdı. Hezarfendi, pek çok hünerin mahir sahibiydi. Ama hepsinden
önemlisi gönül insanıydı. Sanat pazarında güzellikler devşiren yüreği yufka,
imanı kavi dervişti. Unutulmuş sanatlara el atmış, onları ihmalden kurtarıp değerlerine
dikkat çekmişti. Nisyana terk edilen göz kamaştırıcı bir define toprak altından
çıkarılmış ve aziz milletimizin istifadesine takdim edilmişti.
HOCAYI EVDE ZİYARET
1985 yılında Süheyl Hocayı Kalamış’taki evinde ziyaret etmiştim.
Görüşmemizde klasik sanatlarımızın ihya edilmesi gerektiğini söylüyor ve bu
yolda devlet ve millet olarak büyük çabalar harcanması gerektiğini ifade
ediyordu. Doğrusu o, bu konuda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmişti.
Kurslar düzenlemiş, konferanslar vermiş, mecmualara ve ansiklopedilere
makaleler yazmış, muhtelif eserler kaleme almıştı. Kütüphanelerde bizzat
kendisinin doldurduğu 1200 civarında ‘defter’den bahsediliyor. Asırlık bir ömrü
ölümsüz sanatlara, ebedî güzelliklere adamıştı. Nasibi olanlara tezhip, minyatür
ve nakış dersleri veriyordu. Cerrahpaşa, Topkapı ve Kubbealtı Nakışhaneleri,
Hocalık yaptığı üç güzel mekândı. Evinde de ders veriyor, talebe yetiştiriyordu.
Mimariden çok iyi anlıyor, resim yapıyor, hat, ebru, minyatür ve tezhip ile
hemhâl oluyordu. Bütün dünyasını âdeta bu güzellikler kaplamıştı. Çizgi, renk,
desen ve motiflerden oluşan bambaşka bir kâinat içinde yaşıyordu. ‘Nadir Hocalar’
neslindendi. Üretken, donatıcı, kuşatıcı ve zenginleştiriciydi. İlmini
kıskananlardan değildi asla. Aksine talep eden herkese birikimini aktarıyordu.
TANPINAR’LA KARŞILAŞMA
Ahmet Hamdi Tanpınar ile Süheyl Ünver’in, Beyazıt Camii’nin
önünde, tarihî meydanda bir karşılaşması vardır. Tanpınar’ın acelesi vardır,
çünkü üniversitede derse girecektir. Ancak söyleyeceği önemli bir söz vardır.
Bir vasiyet gibidir bu kelam. İstanbul’u Süheyl Ünver’e emanet edecektir. Zaten
bu ayaküstü görüşme iki çınarın son mülakatı olur. Zira birkaç gün sonra
Tanpınar vefat eder. Bu unutulmaz karşılaşmayı Süheyl Hoca’dan dinleyelim: “Ahmet Hamdi Tanpınar yakın arkadaşımdı.
Ara sıra ayakta konuşurduk. Bir gün Bayezit’te rastladım. Hızlı hızlı
üniversiteye gidiyordu. Benim yanıma geldiğinde, ‘Merhaba Süheyl’ dedi, hemen
gitti. Herhâlde derse girecek diye düşündüm. Beni epey geçtikten sonra tekrar
seslendi, geri döndü ve hızlı hızlı tekrar yanıma geldi. ‘İstanbul sana
emanet...’ dedi, gitti. Ben Amerika’ya giderken Yahya Kemal de, ‘İstanbul’u
bırakıp nereye gidiyorsun?’ demişti.”
Kendisine İstanbul’un emanet edildiği sanatkârımız, 17 Şubat 1898
tarihinde doğdu. 14 Şubat 1986 tarihinde büyük yerden daveti alıp Hakk’a
yürüdü. Süheyl Ünver fani dünyaya veda ederken ardından duaya açılmış binlerce
mübarek el bıraktı. Gönülleri süsleyen adam ebedî âlemde, ama talebeleri onun
açık bıraktığı hasenat defterini tezhipleriyle, hatlarıyla, nakışlarıyla ve
minyatürleriyle doldurmaya devam ediyorlar.
A.
SÜHEYL ÜNVER’LE SOHBETLER
Daha önce A. Süheyl Ünver
biyografisini yazan Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar, şimdi de Hoca ile 7 Aralık 1968 tarihinde başlayan ve 25 Aralık 1985 tarihinde
sona eren hususi sohbetlerini, A. Süheyl
Ünver’le Sohbetler adıyla kitaplaştırdı. Ötüken Neşriyatı’ndan çıkan eser,
560 sayfa. Süheyl Ünver’in not alma ve şifahi kültürü yazıya aktarma konusunda
âdeta “hayrül halefi” olan Ahmed Güner Hoca’nın neredeyse bir ömre mal olmuş bu
çok seçkin eseri hakikaten bir hazine değerinde. Zira Süheyl Hoca’nın bir
bakıma çalışma tarzını, coşkusunu, hayat telakkisini, tefekkürünü, sanata
bakışını, birçok şahsiyet hakkındaki değerlendirmelerini bu eserde
görebiliyoruz. Titiz bir ilim adamı olan Sayar, günü gününe tuttuğu bu inci
mercan değerindeki notlarla dünkü irfanımızı yarınki nesillere emanet etmiş
bulunuyor. Süheyl Hoca’nın kendi sözlerinin yanı sıra başta Peygamber Efendimiz
olmak üzere birçok zatın özlü sözünü, vecizesini, hatırasını da kayda geçmiş
bulunuyor. Bunlardan bilhassa Süheyl Hoca’nın sık sık andığı isimler arasında Kuşadalı
İbrahim Efendi, Ahmed Amiş Efendi, Abdülaziz Mecdi Efendi, Yahya Kemal Beyatlı,
Sabri Ülgener, Abdülbaki Gölpınarlı da bulunuyor. Eserde ömrünü ilme, irfana,
edebiyata ve maneviyata adamış birçok kişinin adı geçiyor. Ve bunlarla ilgili
bilinmeyen hatıralar, çarpıcı intibalar ve kelam-ı kibar. Sayar,
medeniyetimizin zabıt kâtipliğini yapmış, dünkü müktesebatı, istikbale
taşımıştır.
İLK TANIŞMANIN HEYECANI
Ahmed Güner Sayar, Süheyl Hoca ile ilk
tanışmasının hikâyesini anlatırken doğrusu bizi de meraka sevk ediyor. O tarihî
günün ifadelerini eserden okuyoruz:
“Nihayet, 7 Aralık 1968 Cumartesi günü saat 11.00 civarında Tıp Tarihi
Enstitüsü’nün müdürü Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in kapısını çaldım.
İçeriden bir ses geldi mi, işitmeden kapıyı yokladım. İçeriye girdiğimde, iki
hanım (Gönül ve Sema Hanımlar) önlerinde kâğıtlar, bir
şeylerle meşguldüler. Onlara hitaben:
‘Süheyl Bey, burada
mı? Kendisini görmek istiyorum.’ dedim. Bu hanımlardan biri, bu odaya açılan
başka bir odayı parmağıyla işaretle, Süheyl Bey’in orada olduğunu söyledi.
İçeri girdim. Bu oda, Merkez Bina’nın avlusuna bakıyordu. Süheyl Bey ayakta
idi. Kafamda, Ahmed Amiş Efendi merkezli bir soru vardı. Hemen söze başladım:
‘… Efendim! Ben
Yozgatlı emekli hâkim Yusuf Bahri Nefesli’nin torunuyum. Dedem, Türbedâr Efendi
namıyla maruf, Tırnovalı Ahmed Amiş Efendi’nin bağlılarındandı. Dedemi
kaybettiğim zaman 12 yaşındaydım. Amiş Efendi’yi çok merak ediyorum. Siz, bu
zâtı tanıyor musunuz? Onun hakkında bilginiz var mı?’ Süheyl Bey’in işaretiyle
bulunduğumuz odadan çıktık. İlk girdiğim odada Süheyl Bey, bana bir yer
gösterdi ve oturmamı istedi. Kendisi de karşıma geçti. Yüz yüze idik. Bana
sordu: ‘Kalem, kâğıdınız var mı?’ ‘Yok efendim.’ Bunun üzerine, Süheyl Bey’in
işaretiyle, sekreter hanımlardan biri kalem ve kâğıt getirdi. Süheyl Bey,
ceketinin sağ iç cebinden bir defter çıkardı. Dedi ki: ‘Ben, Amiş Efendi’nin
sözlerini ona yetişenlerden topladım. Bu defterin ismi Amişname’dir. Size, bu defterden Amiş Efendi’nin sözlerini
yazdırmak istiyorum.”
SÜHEYL ÜNVER
ÜNİVERSİTESİ
Bu tanışmanın ardından başlayan kalbi irtibat ve manevi harekât, yıllar boyu devam eder. Sayar, artık Süheyl Hoca’nın gölgesi gibidir. Peşini hiç bırakmaz, sohbetlerinde anlattıklarının tamamını zapt eder. Herkese tavsiye ettiğim bu mümtaz eserde, inci mercan değerinde yüzlerce kıymettar söz bulunuyor. Süheyl Hoca’nın şu sözü, hayatının düsturu ve yaşama biçimidir: “Ben ne zaman çalışmaktan yorulursam, dinlenmek için bir başka işe girişirim.” Fatih Türbedarımızın şu kelamı ise derin mana taşıyor: “Gökten düşenin parçası bulunur, gönülden düşenin parçası bulunmaz.” Son yıllarda okuduğum en iyi eserlerden birini bin bir emekle hazırlayan vefalı ve kadirbilir Ahmed Güner Hocamıza şükran borçluyuz. Ömrü bereketli olsun, yeni eserlerini okuyalım inşallah. Başlığımızda geçen ‘üniversite’ kelimesi Süheyl Ünver ismiyle yan yana gelince çok manalı durdu. Türkiye’de son yıllarda esen vefa rüzgârının bir yansıması olarak sanat merkezli eğitimin verileceği bir “Süheyl Ünver Üniversitesi” İstanbul’a ne kadar çok yakışır değil mi? Bunu ümit edelim ve bekleyelim. İnşallah yetkililer, bir hakkın teslimi olacak ve hiçbir zaman unutulmayacak bu hizmeti yerine getireceklerdir. Koca Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, İstanbul’u ellerine teslim ettiği Süheyl Ünver’in ismini bir üniversiteye vermişiz çok mu? Bu isabetli ve hayırlı işi gerçekleştirecek olanlara şimdiden teşekkürler, alkışlar, dualar… Her daim sağ olsunlar, var olsunlar!