Tek arzum…
Rebîa bin
Kâ‘b (Ebû Firâs) (r.a) anlatıyor:
“Peygamber
Efendimiz’in (s.a.v.) yakınında geceler, ona abdest suyunu getirir ve diğer
ihtiyaçlarını görürdüm.
Bir gün Allah
Rasûlü (s.a.v.) bana,
“İste,
vereyim!” buyurdu.
Ben de;
“Cennette
Sen’inle beraber olmayı isterim!” dedim.
Efendimiz
(s.a.v.)
“Başka bir
şey istesen?” buyurdu.
Bu
sefer ben;
“Dileğim
ancak budur!” dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.)
“Öyleyse çokça secde ederek kendin için bana yardımcı ol!” buyurdu.
(Müslim, Salât, 226; Ahmed, III, 500)
*
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin makalesinden aldığım bu
satırlarda ne güzellikler var.
Bizler;
Makam, makam mevki sahibi
olduğumuzda, para pula, şöhrete kavuştuğumuzda, birileriyle aramıza “mesafe
koyma” pozlarına gireriz.
Bırakın devletin yüksek
makamlarını, küçücük müesseselerde müdür, şef, vesaire olanların havasından
geçilmez!.
Altına şöyle “havalı” bir
araba çekenin yürüyüşü değişir.
İnsanlar birbirlerine, “üç
kuruşluk” mevki farklarından dolayı caka satar…
“Teşkilât”ta
yuvalanmış, “dar paça” tiplerin ağız uçuklatacak bedelli
otomobillerinden ne havalarda indiklerini…
Her hallerinden vıcık vıcık “sonradan
görmelik” aktığını görüp görüp kahroluruz.
Kafalarının içinde kırk tilki
döndürdüğü gözlerinden okunan kıvrak tipler, “tevazu”dan söz açıldığında mangalda kül bırakmazlar da…
“Çulsuz” bir vatandaş denesin hele,
yaklaşabilir mi yanlarına!..
Gazeteci takımı da, böyle, az bi
şöhret, hemen fildişi kule!
*
Yukarıdaki misalde, Hz. Peygamber
(s.a.v.) bir “hizmetli”sine, bir “hizmetçi”sine ne
kadar yakın davranıyor değil mi?..
Bir de “teşekkürünü” ne
güzel dile getiriyor:
“İste, vereyim!”
Yani…
-Para mı, pul mu, eşya mı, toprak
mı?
-Ne İstersin?
*
Nice yıllık emektarlarını adam
yerine koymayanların dünyasına ne güzel bir mesaj; “Vazifesi tabii,
yapacak eşek gibi!” diyenleri çok gördük biz…
Hz. Peygamber (s.a.v.) “Hizmetçi”sine, “Ne
isterse, vermeye hazır olduğunu” söyleyerek ne güzel iltifat ediyor.
Ne güzel teşekkür ediyor.
Mübarek Sahabi’nin,
“İste vereyim!” diyerek kendisine
(bugünün tabiriyle) “açık çek” uzatan Hz. Peygamber’e (s.a.v.)
verdiği cevap da ne güzel değil mi?
Ne güzel bir sohbet:
-İste vereyim!
-Cennette Sen’inle beraber olmayı
isterim!
-Başka bir
şey istesen olmaz mı?
-Yalnızca
budur istediğim!..
*
Yürek zenginliği böyle bir şey
işte, “Beni şu hizmet işinden alın da, şöyle güzel, istikbali olan bir
işe verin!” mi diyecekti bugünün Muhafaza-KÂRları gibi!..
Ya da…
“Çok katlı imar geçecek bir yerden
güzel bir tarla!” mı isteyecekti?..
Hayır, tek söylediği,
“Cennet’te Sen’le birlikte olmak!”
Bizler, “Tek arzum,
Cennet’te Hz. Peygamber’le (s.a.v.) birlikte olmak!” diyenlerden
miyiz?.
Dilimiz belki böyle der de…
Kalbimiz tasdik eder mi
söylediklerimizi?..
*
Haydi, misalimizden devam edelim:
“Tek istediğim, Cennet’te Sen’inle
beraber olmak” diyen Güzel Sahabi’ye, bunun hiç de kolay olmadığını,“Öyleyse
çokça secde ederek kendin için bana yardımcı ol!” buyurarak
gösteriyor, Hz. Peygamber (s.a.v.)
*
Yani…
“Secde yoksa, kurtuluş da yok!..”
Peki, secde ne demek?
Secde…
“Alnı yere koymak”tan ibaret değil elbet.
Secde…
“Eğilmek, boyun eğmek!” demek.
Yalnızca
Allah’a boyun eğmek!..
Gerisine gülümseyip geçmek!..