Tehlike Çanları!
Son zamanlarda, Türkiye’de milletin işsizlikten kırıldığı, sefaletin kol gezdiği, yoksulluğun patladığı, öğrencilere ev, yurt bulunamadığı gibi tezviratlarla ortalığı karıştırıyorlar.
Gençler yurtdışına özendiriliyor.
Bu şamataları yapanların
kahir ekseriyeti yurt dışına adım atmış değiller.
Yurt dışındaki hayat şartları
hakkında bilgileri kulaktan dolma ve de çarpıtma. Dezenformasyon ve
fabrikasyonla insanları kandırıyorlar.
Yurt dışında 2-3 bin Euro aylık geliri işitenlerin
ayakları yerden kesiliyor.
Oysa, burada 50 kuruşa
aldığınız küçük şişe suyun yurt dışında 2-3 Euro, yani 20-30 lira olduğu da
söylenmelidir.
En ilkel, en hurda, kimsenin
oturmaya tenezzül etmeyeceği, köhne evlerin aylık kirasının 500 Euro’dan, yani
5 bin TL’den başladığını da bilmeniz gerekir.
Ayda 2.000-2.500 Euro geliri
olanların geçinebilmek için bu parayı kuruşuna kadar harcamak zorunda kaldıkları
da bilinmelidir.
Türkiye’nin Özal’la
başlayarak, Erdoğan’la devam eden hızlı kalkınma mevsimine girdiği, hayat
şartlarının aşama kaydettiği tartışılmaz bir gerçektir.
Söylediklerim, Türkiye’nin
refah içinde yüzdüğü anlamına gelmiyor. Elbette alınması gereken daha çok yol
var, birçok da sorun var.
Benim endişem şudur:
Türkiye’nin ne zaman iki yakası bir araya yaklaşsa, ne zaman
belini doğrultmaya başlasa bel altı vurularak
tökezletiliyor, tekrar fakir ülkeler
ligine gönderiliyoruz.
1908 öncesi Abdülhamid
döneminin muhalefetinin sloganı “Hürriyet,
Adalet, Müsavat” idi. Yani özgürlük, adalet, eşitlik...
Abdülhamid’in, gençleri
Sarayburnu’ndan denize attırdığı dedikodusu yayılıyordu.
“Meşrutiyet isteriz” şamatasıyla yeri göğü inlettiler, Abdülhamid’in iktidar olduğu o 30
yıl ülkeyi sıtmada tuttular.
Sonunda Abdülhamid’i devirdiler.
Ancak ülkenin başı göğe
ermedi.
“Meşrutiyet isteriz” yaygaracıları daha ilk sınavlarında “Meşrutiyet”ten sınıfta kaldılar. I.
Dünya Savaşı’na ülkeyi sokarlarken, o Meşrutiyet
Meclis’inin onayına bile başvurmadılar.
Padişah Abdülhamid,
devrilirken onlara; “Yönetemeyeceksiniz!”
demişti.
Yönetemediler.
Türk İmparatorluğunu tarihe gömdüler, ülkeyi işgale uğrattılar. Sınırları üç kıtada olan
ülkeden, elimizde Orta Anadolu’da üç vilayet bıraktılar.
Sonuçta da, pişkin pişkin
Ankara’ya gelip, yeni devlete çöreklendiler.
Aynı çevreler Menderes’e de
dirlik vermedi.
Menderes’in,
ülkenin başbakanının yakasına yapışıp
silkeleyerek özgürlük istediler. Menderes’in öğrencileri kıyma makinelerine
gönderdiği yalanını yaydılar.
O yalanları, ne yazık ki
millete yutturdular.
Sonuçta Menderes’i de yediler.
Esas dertleri, 1950’de
kaybettikleri iktidara ve rantiyeye yeniden konmaktı.
1960 darbesiyle iktidara
yeniden kondular, muratlarına erdiler.
Ancak kaybeden Türkiye oldu.
Menderes devrilirken milli
gelirimiz 560 dolarken darbenin hemen ertesinde 190 dolara düştük. Türkiye’yi çökerttiler. 1970’lere kadar
bir daha 500 dolarları göremedik.
Türkiye’nin 10 yılını çaldılar, heba ettiler.
1970’lerde Türkiye’yi Sovyet yapma sevdasına tutuldular.
10 yıl, Türkiye’yi anarşizme, terörizme boğdular. Meğer o günlerde Sovyetlerin
kendisi, bir dilim ekmeğe muhtaçmış. 1980’e geldiğimizde, bu uğurda 5 bin
üniversite öğrencisini öldürmüşler, Türkiye’yi
had safhada kutuplaştırmışlardı. Yoksulluk diz boyuydu.
Bu kesimin diğer kanadı, 12
Eylül darbesi ile güya ortalığı yatıştırırken, içerde PKK gailesine yol açıp dışarda Yunanistan’ı
NATO’ya döndürerek, Türkiye’nin
başına çifte bela sardılar.
Özal,
darbecileri ustalıkla diskalifiye edip millete biraz nefes aldırmaya başlamışken,
Özal’ı öldürüp iktidara ve ranta tekrar kuruldular.
28 Şubat, iktidarlarını
pekiştirme, dizginleri daha da ele geçirme hamleleriydi.
Ve, yine yaktılar Türkiye’yi.
1997-2002 arasında
Türkiye’nin 120 milyar dolarını, dış
ortaklarına ve akıl hocalarına şutladılar.
PKK’larının ülkeye maliyeti, 2010
itibariyle,400 milyar doları geçmişti.
PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan, Dev-Genç’in yönetim
kurulunda bunların ortaklarıydı.
Hani, bugünlerde ortaklarımızla iktidara geleceğiz
diyorlar ya...
Osmanlı’yı tarihe gömmüş
olmaları bir tarafa, Türkiye’ye musallat
olmasalardı, bugün 30 bin dolarlar
seviyesinde milli gelire sahip
olacaktık.
Aynı zümreler, aynı teranelerle,
aynı sloganlarla yine iş üzereler.
Uzak kaldıkları iktidar
nimetlerine tekrar çöreklenip, tekrar
talan edecekler.
Muazzam bir propaganda makinesine,
profesyonel elemanlara, yıkma tecrübesine, komitacılık geleneğine sahipler. Avrupa’nın,
ABD’nin rüzgarlarıyla yelkenlerini şişiriyorlar.
Çok hırslandılar, çok
öfkeliler, çok gözleri döndü.
Ey millet;
Artık, sen bilirsin!..