Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.13
Gram Altın
2969.54
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Tefekkürden tezekküre

Kendini düşünen, bilen ve tanıyan insan, âlemlerin Rabb’ini düşünür ve bilir. Hakikatte yapılan, uzlet/inziva içinde nefsin kendini hesaba çekmesi, yani muhasebesini gerçekleştirmesidir. Hesapların adalet dengesinde görülmesi, yeni bir evreyi başlatacaktır ki, bu tefekkür aşamasıdır. Bir başka ifadeyle muhasebenin anahtarı, tefekkürdür. Nihayetinde dirilişin gerçekleşmesi, tefekkür halinin verimli ve bereketli geçerek sonuca ulaşmasına bağlıdır. O halde tefekkür nedir? Tefekkür nasıl yapılır? Tefekkürle neler kazanılır?

Tefekkür, en yalın haliyle düşünmektir. Düşünmek, düşünce ve düşünüşü doğurur. Bu derin düşünmeyle (teemmül) gerçekleşirse, üzerinde durulan konu veya hususun şuuruna varılır.

Düşünme; ayrıştırma, birleştirme ve yoğunlaşmayla gerçekleşir. Netice alınmak isteniyorsa, zihnin yorulması gereklidir. Zira düşünme; emek ve çaba ister, çile gerektirir, kaygı verir, ıstırap çektirir ve meşakkate talip olur. Düşünme, acele etmeyi öteleyen sekinet halini ifade eder. Onda bireysel zaaflara, kişisel hazlara yer yoktur. Kısa vadeli hesaplar ve çıkarlara yönelik desise ve entrikalar, tefekkür âleminde yer bulamaz.

Tefekkür, mevcut hadise ve durumları analiz ederek, eldeki bilgilerden hareketle yeni bir görüş, bilgi ve fikre ulaşmak demektir. Zihni yetiler oluşturmak, çözüme ulaşmanın şifrelerini verir ve yollarını gösterir. Elbette bu, düşünce üretmek ve muhakeme yapmakla ürün verir.

Zihindeki mevzuya dikkatli bir şekilde yoğunlaşarak kilitlenmek, onu canlandırmak, göz önüne getirmek, akıldan geçirmek ve hayal etmekle mümkün olur. Hayal, hafıza, muhakeme, mütala’a ve müzakere, fikir ve tefekkürün harçlarıdır. Fikir çinisi ve tefekkür mozaiği, düşünmekle, sürekli hatırlamakla, anmakla; yani tezekkür etmekle işlenir. Nakkâşın elindeki sanat şaheseri gibi, ârif ve âkil tefekkür peteklerini irfan lezzetleriyle işler ve doldurur.

Tefekkür için azami sorumluluk gereklidir. En yüksek iyinin ve hayrın tasavvuru, tefekkür bahçesindeki yemişleri, insan ve toplum için faydalı ilaçlar yapar. Gönül ve kalp yaraları da, bu fikir devasıyla tımar olur, şifa bulur.

Tefekkür; akıl, hafıza, hayal ve aşkla önceden tahminlerde bulunarak akıl yürütmeyle gelebilecek sarsıntılara karşı, zihni hazırlık hale getirir. Bilgileri değerlendirir, ayrıntıları tahlil ederek zekâ ve anlayışın zenginliğine başvurur. Tasa, kaygı, sanı, zan ve ön fikir, tefekkürün mahsulü olan fikri zayıflatmaz, bilakis onu güçlü kılar. Güçlü fikirler, zamanın darbelerine karşı mukavemetli düşüncelerdir. Zaman ve tarih onu tüketemez, yıllara meydan okur. Her daim hakikatinden hiçbir şey kaybetmez.

Hakikat, kavramlarla inşa edilir. Düşünce üretmek için, incelemek, araştırmak, analiz edip zihin süzgecinden geçirip geliştirmek, hâsılı onu olgunlaştırıp kâmil bir tefekkür demeti halinde takdim etmek gerekir. Bunun sonucunda üzerinde yoğunlaşılan konu, ayrıntılı bir tahlil neticesinde zihnin karar merkezinde, yeni olgun bir karar, hüküm ve kanaate dönüşür.

Tefekkürde, görüş, mütala’a, mülahaza vardır. Zihne yönelen bilgi akışı, olaylar arasındaki irtibat ve muhakeme, yeni düşünce ve eylemler için bağlantılar sağlayarak özgün fikirleri oluşturur. Bu noktada iç dünya ile dış dünya bir olur. Madde ile mana, ruh ile beden hakikatin tevhidini gerçekleştirir.

Hakikat evreninde karşılaştırma, zihinden geçirme ve akıl yürütme vardır. Bu eylemler, sadece akıl ve beyinle yapılan olgular değildir. Kalp, kemâl aşamasında devreye girerek hakikatin hâkimliğini yapar. Mantıksal ilke ve bağlar, kalbin ilkeleriyle cilalanır, merhamet, vicdan ve adaletin zuhurunu gerçekleştirir.

Titiz, dikkatli, rikkatli ayrıntılı düşünme, tefekkür dünyamızı zenginleştirecektir. Anlama, öğrenme, görme ve nazar etmek, fikre can taşıyan nefes kanallarıdır.

Tefekkür, Hakk’ı ve halk edilenleri bize düşündürür. Var Eden/Hâlık, kâinat, varlıklar, tefekkürün konusudur. Burada Mükemmel ve Ekmel Olan; noksanlıklar, eksiklikler, zaaflar, ve zayıflıklardan ayrılır. Rahman ile O’nun dışındaki her şey, yani masiva fikir ve tefekkürün mevzusudur. Olan ve olmayan her şey zihin, akıl ve kalbin gündeminde çözümlenmeyi beklemektedir. Her şeyi Yaratan’a ulaştıracak olan, fiili vahiydir. Akıl ve kalp de, Mutlak Var Eden’in fiili vahyidir. Habibullah’a inen Kelâm-ı Kadim Kur’ân ile yaratılmış alemleri tefekkür etmek, hayrın kapısını açarak dirilişe vesile olur.

Tefekkürün, ‘nafile ibadetten üstün olduğunu’ bildiren Yüce Nebi (s), Kur’ân’ın şu sarsıcı ve çok düşündüren ayetini herhalde bize hatırlatmaktadır: “Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz.” (Haşr, 21)

Tefekkür kapısını, kalbin anahtarı açar. Kalbin ve ruhun dinginleşmesi, sükût ve sâkinliği ister. Dünya dağdağası, haz ve zevkler, tefekkürü hapseden mahpushanelerdir. Allah’ı tefekkür etmek, yarattıklarını düşünmek, ubudiyetin gereğidir.

Vahyin hakikatini ve değerini tefekkür anlar. Ekinler, incir, hurma ve üzüm ağaçları, akan sular, her türlü mevyenin yetiştiği bahçeler, gece ve gündüz, göklerdeki yıldızlar, güneş ve ay, hâsılı varlık âlemi, ümmetin babası, İslam milletinin atası İbrahim’in gözüyle bize anlatılmaktadır. Tefekkürün nasıl yapılacağını, Halilurrahman İbrahim babamız bize göstermektedir.

“Boşuna yaratılmayanlar” bizde hakikat fikrini doğurtmaktadır. Tefekkür, tezekkür ve tesbih, kurtuluşa işaret etmektedir. ‘Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa, mülkiyeti’ el-Melîk’e aittir. Her şeyin sahibi de O’dur. Nihayetinden herkes ve her şey O’na dönücü değil midir?

Tefekkür, varlığı düşündüğü gibi, gaybı da düşündürür. Gaybın hazineleri ve onun anahtarları, her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan el-Habîr’in elindedir. Tefekkür, çok çok Seven el-Vedûd’un gayb ummanından verdiğiyle yetinmek zorundadır.

Hakikat, tefekkürün dilinden canlanır. Allah’ın Sevgilisi, için ‘deli, mecnun, sihirbaz’ ithamları, ayetleri yalanlayan kavimlerin hezeyanlarından başka bir şey değildir. Kelâm-ı Kadim, arzu ve hazlarının kölesi olan bu sapkın topluluğu, düşünmeleri için, bir misalle tefekküre çağırmaktadır: “Dileseydik elbette onu bu âyetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (A’râf Suresi 176)

Tefekkür, ders ve ibret almak ister. Geçmiş ve gelecek toplumlardan bahseden gayp haberleriyle… Ondan beslenir, sahibini düşündürür, istikamete sokar, hayırla buluşturur. Bunun için camiler, mabetler, mezarlıklar, mağaralar gibi mekanlar, tefekkür erbabının sığınaklarıdır. Hira, Sevr, Kızıldeniz, Mısır, tufan, gemi, zindan, balığın karnı tefekkür mekanlarıdır. Tefekkürün ilk mekânı, kalptir. İkinci mahalli, akıl ve beyindir. Sükût ve sessizlik, tefekkürü olgunlaştırır.

Nebevî hakikatler, yani mucizeler tefekkürü tetikler. Fikir âlemini harekete geçirir. Aklı aciz bırakırken, kalbi ve inancı kuvvetlendirir. İbrahim’in tevhidi, Nemrud’un ateşini söndürmüştür; asanın gücü, Rahman’ın izniyle Firavun’u utandırmıştır. Gönlün zenginliği, Karun’u, sarayıyla birlikte yerin dibine geçirmiştir. Nuh’un gemisi, azgınları taşımamıştır. Musa’nın açtığı kurtuluş yolunda, zalimler ve tiranlar boğulmuştur. İbrahim’in bıçağı, Hakk’a itaatin karşısında körelmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) azim ve sebatı, Kâbe’nin dünyevi sahiplerinin(!) tahtlarını yerle bir etmiş; Mekke tevhidin merkezi olmuştur. İşte tefekkür bunları düşündürür… Akıl yürüterek, belleğinde muhafaza ettiklerini, muhakeme ederek öğüt, ikaz ve nasihatlerden beslenir.

Kur’ân, tefekküre tâlip olanların kitabıdır. Akılsız ve düşünmeyen topluluklar, ondan nasiplenemez. Onun için Hakk Teâla, peygamberlerine vahyettiği gibi, arıya ilham etmektedir. “Ve Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine yuvalar edin. Sonra her türlü besleyici ürünlerden ye; Rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git!’ Onların karınlarından, farklı renk ve çeşitlerde şerbet (kıvamından bir sıvı) çıkar ki onda insanlara şifa vardır. İşte bunda da düşünen bir topluluk için açık delil bulunmaktadır.” (Nahl, 68-69)

Tefekkür, hayatı düşündürdüğü gibi, ölümü de hatırlatır. ‘Ölmeden önce ölmenin’, uyku ile uyanık olmanın ne ve nasıl olduğunu canlandırır. Hüküm ve hikmet Sahibi el-Hakîm’in İbrahim’i, tefekküre çağırması boşuna değildir:

“İbrâhim ‘Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!’ deyince, Rabbi ‘Yoksa inanmıyor musun?’ demişti. O ‘Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye’ cevabını verdi. Rabbi ‘Kuşlardan dört tane al, onları kendine alıştır, sonra (parçalayıp) her bir tepeye onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır. Koşarak sana gelecekler ve şunu bil ki, Allah hep galiptir ve hikmet sahibidir" buyurdu.” (Bakara, 260)

Tefekkür, müspet ve faydalı düşüncedir; inkâr yerine, imana götürür. Sapkınlığa işaret etmez, hakikate taşır. Hayrı ve en yüksek iyiyi gösterir. Şer ve kötülük, tefekkür mahallinde barın(a)maz.

Tefekkür boyun eğen ve itaat eden kavimleri, düşünen bir topluma dönüştürür. Düşünen cemiyet bilir ki, Hakk’ı ve hakikati tefekkür etmekle kurtuluş gerçekleşir. İşte bu noktada, tefekkür tezekküre dönüşür. Birbiriyle birleşerek diriliş ve kurtuluşu gerçekleştirirler: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmran 190-191)

Tefekkürün gerçekleşmesi için seyahat gereklidir. Yeryüzünü araştıran ve inceleyen tefekkür erbabı görecektir ki,-; Yaratan, ovaları, ırmakları, dağları ‘ilk baştan nasıl yaratmış’ ise, ‘bundan sonra da aynı şekilde ebedî ahiret hayatını öylece yaratacaktır.

Gezmek ve dolaşmak, sadece tabiatın Sahibini düşündürtmez. Aynı zamanda zamanın başlangıcı ve sonunun da, Allah’ın güç ve kudretinde olduğunu gösterir ve ispatlar. Yok olmuş, helak olmuş nice milletler, toplumlar, ırklar, nesiller ve devletler, tefekkürün konusu olmaktan uzak kalamazlar. Tefekkür, onların akıbetlerinin hayır ve mutlulukla mı, yoksa şer ve helakla mı nihayetlenmiş olduğunu bize göstererek öğretir.

Şu halde inziva içindeki nefs, muhasebesini, akıl, kalp ve irfanın rehberliğinde tefekkür aracılığıyla yapmaktadır. Tefekkür olmadan, tezekkür, şükür, diriliş ve kurtuluş gerçekleşmez.