Tefekkür yetmezliği
Yeni bir yıl daha kendisini gösterdi. Bir yılı bitirmenin en esaslı anlamı herhalde ciddi bir muhasebe yapabilmektir. Tümevarımcı bir yöntemle en son söylememiz gerekeni önceleyerek, kendi içinde bileşenlerinin toplamında ifade etmek gerekirse ağır bir “tefekkür yetmezliği”na maruz kalındığı aşikardır.
Çoğu zaman siz de düşünmüşünüzdür; insanların yaşaması için aslında çok az şey yetiyor. Her ne kadar post/modern zamanlarda tüketim üzerinden insan ihtiyacının sınırsız olduğu vurgulansa da, burada “ihtiyaç” kavramıyla arzu kavramı arasında bir yer değiştirme söz konusu. Dünyadaki tüm kaynaklar ve çıkan besinler de insanların tümü için yeterlidir. Bütün bunlara rağmen dünyada varolan ciddi gelir dağılımı adaletsizliği, azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakküm ve sömürüsünden kaynaklanmaktadır. Peki insanlar niçin barış içinde ve bu nimetleri paylaşarak yaşamıyorlar?
Modern zamanlarda Batı’nın kesin egemenliği ile çok uzun zamandan bu yana devam eden sömürü genelde dünyanın diğer toplumlarını ve özelde müslüman toplumları ciddi anlamda perişan etmiş durumda. Üstelik bu perişanlık sadece maddi zayıflıktan öte, zihniyet sömürüsünden kaynaklanmaktadır büyük oranda. Yoksa insanlar sağlıklı zihin yapısına sahip olduğunda, içinde yaşadıkları kötü koşullardan kurtulabilirler.
İslam dünyasına total olarak bakıldığında, çok boyutlu yetmezlikleri hemen tespit etmek mümkündür. Maalesef müslüman toplumların geleceğe doğru bir vizyon ve öngörüleri olmadığı gibi, kendilerini inşa edecek temelleri de yoktur. Tüm zafiyetlerini ortak bir başlık altında toplamak gerekirse işte ona “tefekkür yetmezliği” demek doğru olacaktır.
Maddi imkanlar ve kaynaklar açısından bakıldığında, toplamda müslüman ülkelerin durumu kötü değildir. Enerji kaynakları, petrol, deniz, toprak, su, insan kaynağı hemen burada göz çarpmaktadır. Batı ülkelerinin ayrı ayrı sömürgesine uğrayan müslüman toplumların birbirlerinden yalıtık ilişkileri onları her yönden Batı’nın yörüngesi yapmaya devam etmektedir.
Modern zamanlarda bağımsızlığını kazanarak kendi başına kalan bu ülkelerin hatırı sayılır bir kısmı açık işgal ve sömürüye uğramışlardır. Bu sömürünün bariz sonuçlarından birisi hiç kuşkusuz zihinsel sömürgeye uğramak olmuştur. Nihayetinde açık işgal sona erince, zihniyet sömürüsü sona ermemiş; hatta küresel koşullarda ölçeğini İslam dünyasında büyütmüştür. Gözlemlediğim önemli nokta, maalesef islam dünyasının bu sömürüye direnç ve farkındalığı önceleri daha yüksek iken, şu anda postmodern durumda artık kendi paradigmasına güvensizlik had safhaya varmış görünmektedir.
İslam dünyası tüm sorunlarının çözümü için anlıksal davranışlar göstermeye devam etmektedir. Açık ve net olarak söylemeliyiz ki, bu işler anlıksal ve dolayısıyla birbiriyle tutarsız icraatlarla çözülecek kadar basit değildir. Çünkü bu davranış ve icraatlarının arkasında kalıcı düşünce ve tezler bulunmamaktadır. Henüz kendi toplum teorisini yazamamış bir dünyadan bahsediyoruz nihayetinde.
Bu işler için önce ciddi bir planlama, teori ve tez üretme ile tefekkür gerektiği aşikar olmuştur. Doğrusu bir an önce bunlara başlanılmadığı taktirde, geç kalınmışlık duygusu sürekli hale geleceği gibi dünya ile İslam dünyasının arasındaki mesafe açılacaktır.
Dünyadaki gerçekliği yakalayabilmek için doğru bilgi lazımdır. Doğru bilgi için oturup ciddi çalışmak gereklidir. Kendi toplumsal ihtiyaçlarını çıkarmak, bunları planlamak ve nihayetinde tezler üretmek gerekmektedir.
İslam dünyası acı gerçeklerle yüzleşmek istemiyor; ancak tükettiğinden fazla tefekkür etmediği sürece hiçbir şey değişmeyecektir.