Tedirgin Ediniz!
Dört başı mamûr
bir hayat var mıdır? Dünya çokça meşakkatin çekildiği bir yer. Başa gelene de
sabırla mukabelede bulunulması gereken bir güzergâh. Bu güzergâhta herkesin
yolu birbiriyle bir şekilde kesişiyor. Yol hâlini bilenler yolculuğa katlanmak
mecburiyetinde kalabiliyor.
Yolculukta olup
bitenleri umursamayanlar, yolda kalanlara dikkat etmeyenler, erzakı tükenenleri
görmezden gelenler, geride kalanları beklemeyenler ve sadece kendini düşünenler
de olabilir. Size düşen de böylelerini tedirgin etmek olmalı. Yola sizinle
başlamış, sizin varlığınızla ilerlemiş, sizden güç almış olanlar gün geliyor,
“şartlara uyum” adı altında veya “düzen değişti” gibi bahanelerle hedefini
değiştiriyor. Elbette her insanın farklı bakışı ve tasarrufu olabilir ama bu
durum yol arkadaşlarına sırt çevirmek, onları yok saymak şeklinde olmamalıdır.
Böylelerini tedirgin etmek gerek!
Hayatımız
kuşatılmış kalelere benziyor. İçte kalanların birbirine kenetlenmesi gerekirken
iş öyle olmuyor. Bazıları irade zayıflığı gösterip surda gedik açabiliyor.
Namusluca savunma yapmak yerine içeriyi satıp dışarıdakilerle ortaklık
kurabiliyorlar. Böyleleri yol da alabilir. “Hayırlı yolculuklar!” diyecek
hâlimiz yok. Böylelerinin yolunu kesip onları tedirgin etmeyi kendimize vazife
sayabiliriz pekâlâ. Sürekli dile
getirdiğimiz ve sığındığımız bir gün var, büyük bir olay var: mahşer.
“Hesabımız mahşere kaldı.” diye diye çekildik içimize. Sindik, sindirildik ve
zamanla yok sayıldık. Hayır! Böyle mi olmalı? Hesaplar hep mahşere mi kalacak? Gücün
varsa niçin yanlışa dur demiyorsun, niçin haksızlığa boyun eğiyorsun,
adaletsizliğe niçin isyan etmiyorsun? Hesabı kim görecek, kim alacak bu hakkı?
Bu pasif ve edilgen iradeyi Allah’ın mahşerde ödüllendireceğini mi sanıyoruz? Mahşere
kalan hak ne demektir? Mahşere kalan hesaplardan sadece zalimler mi sorumludur?
“Bu haksızlıklar karşısında sen ne yaptın?” diye sorulmayacak mı? Demek ki en
azından tedirgin etmek lazım zalimleri, ikiyüzlüleri, hilebazları, yalancıları,
menfaatperestleri, neme lazım diyenleri.
Kime sorsak hâlinden memnun değil.
Şikâyetçiyiz! Ancak bu şikâyet kendi kendimize yaptığımız dedikoduların
malzemesi. Ne bu dedikodan kendimizi alıkoyabiliyoruz ne de gerçeklerle
yüzleşebiliyoruz. Dur diyecek güçlü irade yok maalesef. Herkes köşesine
çekiliyor. Dertleniyor, kahırlanıyor ama anlamlı bir adım atmaktan imtina
ediyor. Tavrımız bu mu olmalı, imkânları kendi menfaatleri yönüne çevirenlere? Herkesin
ağzında liyakat var ama uygulamada öyle değil. Şimdi bu gidişe dur diyecek bir
Tatar Ramazan lazım. Tatar Ramazan o meşhur ve müthiş sahnede şöyle diyordu:
“İnsan bunca zulüm, bunca haksızlık görür de rahat yatabilir mi? O zaman ben de
ortaya fırlarım ve adama dur, derim. Bu dünyanın hesabı ahirete kalmamalı.” Tabiî
ki meydanda böyle karakter bulmak zor ama haksızlık yapanları, iltimasla bir
yere gelenleri tedirgin etmeyelim mi? Tedirgin edelim ki dönen dolabı
bilmediğimizi sanmasınlar. “Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter.”
diyen Molcolm X gibi öne çıkmak için neyi bekler insan?
Herkesin bulunduğu konuma göre bir sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Dua ederken bile sevdiklerimizi unutmamamız öğütlenmiyor muydu? Bu dünya her zaman rahat edeceğimiz bir yer değil. Çünkü cennet burada değil. Gün gelir, bugünkü sessizliğimizden hesaba çekiliriz. Lütfen tedirgin ediniz!