Tedbiru'l-Mütevahhid
Antik Yunan’da birçok sofist farklı mekanları gezerek insanlara hitap etmektedir. Bilindiği üzere sofistler, daha çok retoriği kullanarak karşıdaki muhatabı “ikna” etmek üzere konuşurlar. Sözlerinin doğruluk ya da yanlışlıkları ilk elden sorgulanan bir şey değildir. Zaten “safsata” denilen şey tam da sofistlerin sözlerinin bilgisel değerini ifade etmektedir.
Böyle bir dönemde Sokrates de toplumda konuşmalar yapmaktaydı. Eflatun’un diyaloglarından anladığımız kadarıyla Sokrates bilgi ve ahlak üzerinde yoğun olarak durmaktadır. Aslında toplumda cari olan yanlışlar üzerine odaklanmakta ve onları düzeltmeye uğraşmaktadır. Bu sözlerin toplumda bazı kesimleri rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Sokrates “Varolan tanrılara eleştiriler yönelttiği ve gençlerin ahlakını” bozduğu gerekçesiyle yargılanmıştı.
“Sokrates’in savunması” ismiyle yayımlanan kitap, Sokrates’in topluma yine manifesto anlamındaki eleştirilerini ifade etmektedir. Fakat sonuçta Sokrates söylediklerinin arkasında durur ve cezalandırılır. Bu meselede altını çizebileceğimiz birden çok önemli noktalar bulunmaktadır. Fakat biz burada Sokrates’in toplumdaki derin krizi bilen bir insan olarak kendi köşesine çekilmemesi ve “hakikat”i söylemeye devam etmesini dikkat çekilmesi gereken ilk nokta olarak belirteceğiz. İkinci nokta ise, Sokrates döneminde olduğu gibi her dönemde retorikçilerin safsatalarını sürdürmeleridir. Öyle ki gerçekliği bir şekilde saptırarak safsata üretmeye devam etmeleridir. Özellikle toplumların krize girdikleri zamanlarda, insanlar kolayca kurtuluş istemekte ve bir kurtarıcı beklemektedirler. Belki de bu sebeple insanlar kriz zamanlarında sabırla ne yapacağını belirlemek yerine retorikçilere ve kıssacılara daha çok kulak verirler.
Uzun tarihsel sürece baktığımızda benzer örnekleri görmek mümkündür. Bu konuda belki en düzenli örnekler peygamberlerin hayatlarında gözlenebilmektedir. Peygamberler insanların dikkatini “hakikat”e çekmeye çalışırken, görüntülerle, süslü sözlerle, safsata ve retoriklerle insanların odak noktaları değiştirilir ve dağıtılır.
Anlaşılmaktadır ki, toplumların bu tür kriz zamanlarında “uyarıcı” rolünü, toplumda bilen yani entelektüeller oynamaktadırlar; ya da bu görevin onlar tarafından yerine getirilmesi beklenir. Kimi entelektüeller ya da entelektüel etiketli kimseler safsataların yaygınlaşmasını sağlayabilirler. Fakat bilen insanların sorumlulukları çok fazladır.
Fakat toplumların özellikle kriz zamanlarında bu tür uyarıcı rolünü yerine getirmek daha da zorlaşmaktadır. Bu zorlukların başında da, artık toplumsal çürümenin derinleşmesi durumunda toplumun içinin boşalması, ahlaki ilkelerin işlemez hale gelmesi söz konusu olmaktadır. Böyle bir durumda toplumun entelektüellerinin sözleri duyulmaz hale geldiği gibi, bir müddet sonra entelektüellerin kendi guşe-i uzletlerine çekilmeleri söz konusu olmaktadır.
İbn Bacce “Tedbiru’l-Mütevahhid” isimli eserinde bir anlamda yalnızlaşan insanın nasıl tedbirler (strateji) geliştireceğini farklı konular etrafında tartışmaktadır. Esasen İslam düşüncesinin farklı klasiklerinde bu mesele farklı formlarda ve içeriklerde tartışma konusu olmaktadır.
Bugün tüm dünya ölçeğinde en başta paradigmal bir kriz bulunmaktadır. Tam da böyle bir zamanda retorikçilerin ve kıssacıların yine revaçta olduğunu görmekteyiz. Onlar insanlara mucize satarak kısa yoldan kurtuluş vaat etmekte ve hatta ıstıraplarından onları kıssalarla uzaklaştırmaktadırlar. Fakat bunun sorunları çözmediğini zaten görmekteyiz.
Bunun karşısında toplumun entelektüelleri yalnızlaşırken, giderek kendi içlerine çekilmektedirler. Nietszche’nin tabiriyle “ben bu kulaklara ağız değilim” diye düşünerek kayboluşa kendilerini terk etmektedirler.
Belirtilmelidir ki, dünyanın krizden kurtulması toplumların kendi kaderlerine sahip çıkmaları, entelektüellerin peygamberi misyonu sürdürmeleri ile bu iki kesim arasındaki dayanışma sayesinde sağlanabilecektir.