Tedbir(sizliğ)in kültürel kökenleri
Zaman ilerledikçe koronavirüsün şakasının olmadığı her kesimden insanlar tarafından dile getiriliyor. Belki ilk başlarda birçok insan için “anonim” olma niteliğini koruyan (yani kendi ailesi ve akrabasına bulaşmamış) durum, çevreden hasta olanları ve vakıaları duydukça “çemberin daraldığı”nı somut olarak göstermeye başladı.
Fakat tüm bunlara ve
farklı bürokratik ve otorite kurumlarının uyarılarına hatta kimi zaman
çaresizlikle karışık ricalarına rağmen toplum niçin dikkat etmemekte ısrar
ediyor? Bu yazıda, bu sorunun daha çok konjonktürel değil, derinden gelen
kültürel sebeplerini analiz etmeye çalışacağım.
Bunun en temel sebebi, toplumda bireysel sorumlulukların
gelişmemesidir. Toplumumuz büyük oranda “anonim” ve “kolektif” nitelikleriyle
yaşamaya alışmıştır. Bu durum kısa ve uzun vadede toplumda yaşayan her bir
ferdin kendi sorumluluğunu üstlenen, diğerine karşı sorumluluklarını yerine
getirmeyi bir borç olarak gören bir mentalite kurmamış olduğunu göstermektedir.
Yani “maske takmadığım zaman, bende muhtemel hastalığı diğerine bulaştırma
riski büyüyecektir” diye bir düşünceyi kendisi bağımsız olarak üretmiyor. Zaten
bu durum, bir kültür oluşturduğu için birçok halledemediğimiz sorunun temelinde
yatıyor ve bu kültür çok derinlerde işleyen kuvvetli bir etkiye sahiptir.
Bu anonimlik ve kolektiflik ile bireyselliğin gelişmemesi,
bir yandan insanların negatif örneklikler üretme konusunda birbirlerini teşvik
etmeleri, diğer yandan Aliya İzzetbegoviç’in tabiriyle “mükellefiyet değil
muafiyetler” üretmelerini sonuçlamaktadır. Meselâ; “maske takanın korkak
olduğu”nu ima eden söylemler ile arkadaşlar ve akrabaların birbirlerine “bu
kadar abartmayın” şeklindeki farklı mesajları bir anonim tavır üretmekte ve
tedbirlerin uygulanması noktasında negatif örnekler oluşturmaktadır.
Bu anonimlik ve kolektifliğin şu kültürel arkaplanla da
yakından ilintisi bulunmaktadır. Dikkat edilirse bugünlerde otorite ve
yetkililer daha çok düğün, nişan, nikah, cenaze gibi etkinlikler konusunda
insanları uyarmakta ve yasaklar getirmektedirler. Özellikle törelerin çok
kuvvetli olduğu bölgelerde, bu tür etkinliklere katılım o kültürde “bir
karşılık” ve hatta daha da ileride “aile onuru” gibi görüldüğünden yapılan
çağrılar sonuç vermiyor. Öte yandan törelerin çok kuvvetli olmadığı bölgelerde
de “karşılıklılık” anlayışı (Gitmezsek bize laf ederler ve ihtiyacımız
olduğunda yanımızda insan bulamayız düşüncesi gibi) işlemeye devam ettiğinden
sorunlu görüntüler süreklilik kazanmaktadır.
İsmet Özel, geçmişteki birçok yazılarında toplumumuzdaki
cari anlayışı ifade etmek üzere, “elle gelen düğün bayram” ifadesini çok
kullanmaktadır. Bu anlayış, yanlış tevekkülle birleştiğinde “bize bir şey
olmaz” düşüncesi insanların davranışlarına hakim olmaya başlamaktadır. Bu
anlayış, karşılıklı anonim teşviklerle negatif örneklerin arttığı, hatta
giderek normalleştirildiği bir durumun oluşmasını sonuçlamaktadır.
Diğer yandan bireyselliğin gelişememesi ve anonimlik
arasındaki gerilim, mükellefiyet şuurunu üstlenmiş insanlardan ziyade
muafiyetler oluşmak üzere işlemiştir. Bu da toplum içinde sürekli
mükellefiyetlerinin farkındalığı ile hareket eden değil, muafiyetlerine
yaslanan tavırları beslemektedir. Bunun yansıması ise, maske takmanın
mükellefiyetinden ise, otoriteden nefes aldığı her boşlukta kendine muafiyetler
yaratan bir zihniyeti beslemesi olmuştur.
Toplumda derinden yer etmiş bu kültürellik, virüsle etkin
bir mücadelenin önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Temel sorun; bu veya
bir başka sorunla mücadelede öncelikle bireysel sorumluluğun öne
çıkarılmasıdır. Otoritenin külli yasaklarına gerek kalmadan, bu sorumlulukla
sorunlar halledilebilir. Yeter ki insanlar bu sorumluluk ve ciddiyet konusunda
farkındalık geliştirsinler.