Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.54
Gram Altın
2495.49
BIST 100
9548.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Tedbir alınmış mı?

Klasik eğitim geleneğimizde örnek vermenin önemli bir yeri vardır. Anlatmak veya yazmak istediğimiz bir konunun iyi anlaşılması, uzun süre akılda kalması veya etkili olması için örnekler veririz. Bu örneklerin de önemli bir kısmını atasözleri, yaşanan anektotlar, hikâyeler, fıkralar, kıssalar oluşturur. Bazen de konuya bu tür bir örneklerle başlanır. Biz de bu geleneğe uyarak bugünkü yazımızda konumuza şu kıssa ile başlayalım:

Zamanın birinde padişahlardan biri o güne kadar eşi benzeri görülmeyen mükemmel bir saray yaptırır. Açılış sırasında toplanan ahaliye yapılan eserin kusursuzluğunu tastik ettirmek ve onlara bu maharetini göstermek için şöyle bir soru sorar:

  • Ey ahali, bu binamızda bir kusur gören var mı?

Açılışa katılan ve büyük bir hayranlıkla sarayı seyre dalan ahali hep bir ağızdan cevap verir:

  • Haşa efendimiz; hiçbir kusuru yoktur!

Padişah ahalinin bu tasdikinden son derece memnundur. Ne var ki, dervişlerden biri ahalinin arasından sesini yükseltir:

  • Var efendimiz; sarayın büyük bir kusuru vardır!

Padişah, sesin geldiği tarafa yönelir; hayret ve biraz da öfkeyle sorar:

  • Neymiş bu kusur?

Derviş sakin ve kısık bir sesle cevap verir:

  • Efendimiz, her şey düşünülmüş ama Azrail’in girmesine tedbir alınmamış. Benim gördüğüm kusur budur!

Bu kıssadan hareketle şunu söyleyebiliriz: Yapılan hiçbir iş kusursuz olmaz. Bazı işlerde tedbirin bir anlamı ve önemi de yoktur. Bu yüzden 18. yüzyıl divan şairlerinden Şeyh Galip, “Tedbirini terk eyle takdir Hudâ’nındır” der. Ancak bu söz tedbir almaya engel bir durum teşkil etmez; takdire rıza göstermenin önemine dikkat çeker. Asıl yapılması gereken ise kişinin kusurunu fark edip bir an önce ondan vazgeçmesi ve bir daha tekrar etmemesi için gerekli tedbirleri almasıdır.

Özellikle kamu hizmetini görenler yaptıkları her işte en ince detayları düşünmek ve gerekli tedbirleri almak zorundadırlar. Ancak yürütmenin başında olanlar, gerçekleştirmeyi düşündükleri işlere yoğunlaştıkları için çoğu kez riskleri fark edemezler. Bu yüzden başarıyı önceleyen kurumlar kendilerini denetlemeleri için kimi zaman alan uzmanlarından özel hizmet alırlar. Devlet kurumlarında bu anlamda denetleme görevini yapan Sayıştay’dır.

Siyasi hayatta ise denetleme görevini yapanlar arasında ilk sırayı seçmen alır. İkinci sırada siyasi analizlerde bulunan yazarlar, siyaset bilimciler ve bu alanda çalışma yürüten araştırma merkezleridir. Ne var ki, seçmen denetleme görevini yaptığında çoğu kez siyasi partilerin uzun süre yapabileceği fazla bir şey kalmamış olur. Verdikleri karar kesin, belirleyici ve genellikle adildir. Siyasilerin çoğu kez görmediğini, göremediğini, görmek istemediğini veya yanlış gördüğünü seçmen gayet net görür. O güne kadar yapılan iyilik, güzellik ve kaliteli hizmetleri terazinin bir kefesine; kötülük, çirkinlik ve haksız uygulamaları diğer kefesine koyar ve değerlendirmelerini ona göre yapar. Buna Anadolu irfanı veya mü’min feraseti denir.

Seçmen denetim görevini yaparken öncelikle şunlara dikkat eder:

  • Başı derde girdiğinde yanında olmayanları, makamına gittiğinde derdini dinlemeyenleri, telefon açtığında telefonuna çıkmayanları, seçimden seçime kendisini hatırlayanları samimiyetten uzak ve ikiyüzlü olarak görür. Bu yüzden böylelerine sıcak yüz göstermez.
  • Seçmenin hafızası kuvvetlidir. Geçmişte kendisine kan kusturan, değerlerine hakaret eden, temel insani haklardan kendisini yoksun bırakan, insan yerine koymayıp tepeden bakan, kendilerini memleketin sahibi seçmeni kendilerine hizmetçi gibi görenlere güvenmez ve bir daha böylelerine vekâletini vermez.
  • Seçmen, genel anlamda kanaatkârdır. Ekmeğini çevresiyle bölüşür. Ancak kendisi geçim derdiyle uğraşırken siyasetle uğraşanların aşırı bir biçimde zenginleştiğini gördüğünde devlet imkânlarının adil dağıtılmadığına hükmeder ve faturayı siyasetçiye keser. Seçim öncesinde verilenleri de cömertlikten saymaz; tuzağa saçılan taneler gibi görür.

Seçmen ayrıca, toplumun farklı kesimleri arasına yapay duvar örmeyi; etnik yapı, din, dil ve mezhep üzerinden toplumu ayrıştırmayı da ağır kusur olarak görür. Sonuç getirici olan ise farklı kesimler arasında köprüler kurmak, gönülden gönüle giden yolu keşfetmek, riyakârlıktan uzak samimi bir tavır sergilemek ve kırıcı değil tatlı dil ile iletişimde bulunmaktır.