TECRİŞ MEYDANINDA TARİH\u00ce ÇORBACILAR
Gazeteci dostumuz Mehmet Ali Akbulut ile ECO kültür enstitüsünde Mimar Sinan programı sonrası onun mekanına uğruyoruz. Orada haberleri Türkiyeye geçtikten sonra bir çorbayı hakkettik diyerek Tahran'ın meşhur Tecriş meydanındaki çorbacılara gitmeye karar veriyoruz.
Yolda her taksiye binilmez. Ajans dedikleri taksi bizim İstanbul'daki taksilere benzer. Seni İstediğin yere götürür. Taksimetreleri yoktur ama vicdanları vardır. Mesafeler arası belli fiyatlar alırlar. 20 ile otuz tümen arası genelde veriyoruz.. Ama çok uzak bir yere mesela İmam Hümeyni havalanına giderseniz bu altmış tümeni de bulur. Bir Türk lirasının 1.2 tümen olduğunu düşünürsek Havalimanına gidiş elli Türk lirası şeklinde olur.
Biz biraz da yolu yordamı biliyor moduna girdiğimizden "Müstakim" denilen araçlara bindiydik. Adı üzerinde müstakim arabalarında taksicinin güzergahı bellidir. Şoför, o güzergah üzerinde bütün yolcuları alabiliyor. Bu, iki tümen civarında bir kıymet tutuyor. En fazla beş yolcu alınabiliyor. Ve bu arabalar bizim bir zamanlar Murat 131 ya Reno 12 arabaları. Toros demek biraz lüks gelir bu arabalara.
Birazdan sesimize doğru bir araba yaklaştıydı. Evet Tecriş'e gidiyordu. Müstakim arabasıydı. Tahran'ın duayen Türk gazetecisi Mehmet Ali Akbulut'la biniyoruz müstakime. Duayen diyorum çünkü yirmi yılı aşkın Tahhran'da gazetecilik yapıyor. Türkiye'den gelip de onunla tanışamayan insanların şansız olduklarını söylemeliyim. Tecriş'e ara sokaklardan, dara yollardan ama tecrübeli olduğu bir şöförün yol yordamıyla ileliyoruz. Çünkü akşam vakti Tahran'ın ana caddeleri adeta kilitleniyor.
Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Tecriş meydanına varmıştık. Bu meydan, Tahran'ın en uzun caddesi Hıyaban-ı Veliasr'ın bitti yerdir. Ya da başladığı yerdir. Siz nerden yolculuğa başlarsanız bitiş ve başlamgıç noktanız değişir. Meydan'da Nevruz bayramının yaklaştığını haber veren etkinlikler görüyoruz. Buğday başağı demetini satan seyyar satıcılardan geçilmiyor. Bazıları buğdayı ekmiş. Yeşil buğdayları da sergiliyorlar. Nevruz İran'ın en önemli bayramı. Tabiata'ın yeniden dirilişinin sembolik işaretleri kırların ve ekinlerin yeşillenmesidir elbette. Bu meydan'da Her Perşembe akşamı yakını vefat eden birisi gider, biraz hurma alır ve meydanda kurulan tepsiye koyar. O hurmayı yiyenler de mevtaya fatihalar okurdu.
Tecriş meydanına daha önce de gelmiştik. Ve oranın tarihu00ee çorbacılarında çorba içecektik. Sahibinin ya Türk ya da Türkçe bileni çok olan bir çorbacıya uğruyoruz. Çorbacıda Türkçe konuşunca hemen bize dikkat kesiliyorlar. Çünkü İran'da iki Türkçe konuşuluyor. Azeri Türkçesi ve İstanbul Türkçesi. Buna İranlılar Türkiye İstanbulu00ee diyorlar. Yani Türkiye Türkçesi.... Hemen bizimle İstanbulu00ee Türkçesi konuşmak istiyorlar. Ama bir türlü bizim gibi konuşmayınca Farsça soruyorlar. Kucayi? Yani nerelisin. Biz de "Türkiyye İstanbulu00ee" diyoruz.
İçerideki tandırdan taze taze pişirilen ekmekler çıkıyor. Biraz Erzurum kokuyor burası. Soğuk zamanlarda sıcak ortamlar aramak ve bulmak zor bu kış gününde.
İranlılar çorbaya "aş" diyorlar. En önemli çorbaları ise "Aş-e rişte" dir. Bu çorbada unuun yanı sıra fasulye, nohut, soğan ve diğer sebzelerden konuluyor. Bizim türlü yemeğine benziyor mu? Birazcık benziyor. Ama tatları farklı. Ama İranlılar'ın milli yemeği. Onlar bu çorba için şiirler, hatta destanlar yazmışlar. Geçenlerde bir öğrencimizin Sosyal medya hesabında yazdığı Farsça notlardan bunu öğreniyoruz. Ne diyordu öğrencimiz " teyzemin yaptığı aş-ı rişte ve İstiklal takımının attığı goller hiç eksilmesin." Bizler de oradaki Tebriz takımı dolayısıyla Türk takımı olan Traktör takımının taraftarı oluyoruz her halde. Çünkü öğrencimizi İstiklal takımı için tebrik ettiğimde o da bana ve Traktör takımına başarılar dilemişti. Her ne hikmetse doğal dolarak biz orada Traktör takımının taraftarı oluyoruz. Bunu Tecriş'teki tarihu00ee çorbacıya uğrarken de gördüm. Çünkü arkadaşlarımızla beraber aş-ı rişte yerine Tebriz köftesi yedik.