Tayyib Atmaca’nın Rüyası
Bir önceki yazımızda şair-yazar Tayyib Atmaca’nın Eskişehir’de başlayıp Kahramanmaraş’ta devam ettirdiği Hece Taşları Dergisinin uzun serüveninden kısa bir parça sunmuştuk. Tayyib Atmaca, Osmaniye yıllarında sırrı kendinden menkul matbaa harflerini tek tek kalıplara dizdiği dönemlerden e-dergi mertebesine ulaşmış ve bunda da başarılı olmuştu.
Birazdan bahsedeceğimiz rüya âlemi ve bu rüya âleminden devşireceğimiz bilgiler ışığında Hece Taşları Dergisi ve Tayyib Atmaca için şu ön bilgileri paylaşmakta fayda görüyorum. Tayyib Atmaca, Osmaniye’den Eskişehir’e giderken eski çağlara da gitmek istiyordu. Üstadı Yunus gibi bir dergâh’a mürid olmaktı emeli. Ne var ki onun dergâhı Yunus Emre’nin kapısıydı. Nasıl ki Yunus, üstadının dergâhına eğri odun taşımamışsa o da Yunus’un kapısına eğri söz bırakmayacaktı. Yani heceyle başlayıp heceyle bitirecekti her sözünü. Ki sadece şiiri değil sözleri bile. Çok sonradan anlaşılacaktı ki Tayyib Atmaca, Hece Taşları’nın giriş yazılarını bile hece ile yazarak adına “Yanaşık Hece” demesinin hikmeti buydu.
İhtimaldir ki Tayyib Atmaca, Hece Taşları dergisini çıkarmadan önce bir gece rüyasında üstadı Yunus Emre’yi görür. Rüya âleminde Yunus Emre ile hasıbahal eder:
“Efendim, ben sizin hemşeriniz oldum, on yıldır buradayım. Yalnız şu hususu ifade etmek isterim. Bu şehirde isminize dair her şey var. İnsanların yüzlerinde, düşüncelerinde, eylemlerinde hep sizi aradım. Ama sizi hiç görmedim. Odunpazarı’nda TYB Eskişehir şubesini açtık, gönlümüze komşu diye çağırdıklarımızla senin şiirlerini okuyacaktım. Her akşam çayı kendim demledim kendim içtim. Şiirlerini duvarlara okudum melekler dinledi. Anlaşılan bu şehir sizi gözleriyle okumaya alışkın efendim. Ayrıca isminizi kendilerine maske yapmaya da çok meraklıdırlar. Sahi bu şehre ilk gelişimde yüzü Odunpazarı’na dönük bir heykelinizle karşılaştım. Dünyam yıkıldı, içim cız etti. Sahi adınızı kendilerine maske yapanlara bir şey söylemeyecek misiniz? Yok yok, söylemezseniz daha iyi. Hani bir şiirinizde dünyaya karasakız gibi yapışanlara demiştiniz ya:
“Benim burda kararım yok burdan gitmeye geldim
Bezirgânım metaım çok olana satmağa geldim.”
Tayyib Atmaca, üstadına bu şiirdeki hikmeti sorar. Cevap şöyledir. “Evet, haklısın evladım. Bu şiirimizdeki murad şudur. Biz, yalan dünya pazarında satabildiklerinin karşılığını gerçek dünyada almayı ümid edenlerden olmayı diledik. Dava arkadaşlarım, dostlarım, gönüldaşlarım, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar. Lakin oralarda adımı hangi tabelada, hangi kapıda, hangi kitapta görürlerse sakın olaki bu “Bizim Yunus’tur” diye içerisine dalmasınlar. Beni tanımak istiyorlarsa gözlerini bir an olsun kapatsınlar ve kalblerinin sesini dinlesinler. İşte o zaman kafalarındaki putlar kırılacak ve beni görebileceklerdir.”
Sözü bu sefer Tayyib Atmaca alır. “Efendim bana bir diyeceğiz var mı?”
Yunus Emre iç cebinden bir kılıf çıkarır kılıf içinden de avuç içi kadar bir papürüs kağıdı çıkarır ve ona uzatır “Al evladım bu senindir. Sakın bunu kaybetme ve kimseye gösterme. Şayet Molla Kasım görürse senin için iyi olmaz. Bu kağıtta şu dörtlük yazılıydı.
“Yunus der ki gör takdirin işleri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler ne bir haber verirler”
Tayyib Atmaca, papirüs kağıttaki bu şiiri okur okumaz rüyasından uyanır. Sanki başına bir elma düşmüştür. Sanki yerçekimi kanununu yeniden bulmuştur. Uyanır uyanmasına ama ne rüyası kalmış ortada ne de üstadı. Sadece ağzında terennüm ettiği
“Hece Taşları” ...
İşte Hece Taşları böyle bir rüyanın ikliminde doğar. Tayyib Atmaca, Hece Taşları’nı Eskişehir’de belki bir ağıt olarak çıkardı, sonra Maraş’ta bir türkü olarak çıktı okuyucunun karşısına. Dergi, şimdilerde Sessiz sedasız yolculuğunu sürdürüyor...