Tatiller ve memleketler
Hiç değilse tatilden tatile gitmeli
memleketlerine çocuklar. Bu sözümüz elbette şehrinden köyünden kasabasından
uzakta yaşayanlara.
Anne
babasının dede ninesinin ruhunda kalan izleri sürmeli çocuklar.
Babasının
hangi dağlara çıktığını, nerelerde oynayıp nerelerde vakit geçirdiğini,
annesinin evcilik oynadığı yerleri, arkadaşlarını, akrabalarını bilmeli, görmeli.
Derinliksiz
büyümeler, köksüz, ruhsuz boy vermeler bu birikimlerden uzaklıktan.
Bir vesile
bulup memleket havası tatmalı çocuklar, inmeli köklerine.
Çocukluğum
dediğim Darende’mdi bende ki büyük izler de. İzini sürelim birlikte. Kim bilir
yolu düşen olur.
Sessiz sakin bir memleketin çiçek kokan,
tarih kokan ruhunu, zaman mekân bilinciyle omuzlarımda taşıdım. Vefasına vurgunum,
izine hayranım. Unutturmadı hiçbir güzelliğini kalbime.
Somuncu Baba’dan,
Hasan Gazi’ye yürüdüğüm, yol aldığım canım memleketim Darende. Heybetiyle iç içe
olduğum Heyik dağlarından, Top Kayasına nice sırrı emanet etmişlerdir çocuk
ruhuma.
Ah
kayalar ah sular!
Tohma
kıyısı çocuğuyum ben. Sarp kayalara tırmanmış, yüzü ırmağa bakan. Irmağın
yeşili, kayaların kahve rengi tonları, işlemiştir gönlüme ince ince.
Bana çok şey anlatır kaya üzerindeki yosunlarda. Kına yaktığım o yosunlar, bayram kınalarıma eş olmuştur. Eteğinde yankılar bulduğum sessiz sakin adı özlemekten geçen damlaları Tohma’nın, yüreğimde hep çağıldar.
Adına ‘’kanyon’’ denildiğini
sonradan öğrendim iki kaya arası akan ırmağın yatağına. Köprü Gözü derdik
biz hep oralara. Gözlerimin göğe yakın yanında uzanan taşın en heybetli haliydi Zengibar
Kalesi. Dibinde ne anılar biriktirdim.
Köprü Gözü
ise, balık tutanların tutkularına şahitliğimdi. Şuğul; maceracı, yüzme heyecanını
öğretmiştir gönlüme, biz giremesek de.
Taşlarına
vurgun olduğum, üzerinde sektiğim, kıyısından köşesinden yeryüzüne baktığım kayalar,
ah kayalar.
Minik bir sevdanın kâh kahve
elbisesi, kâh mavi hırkası onlar.
Benimle
büyüyen o libası gönlümün diplerine serdim renk renk, ışıl ışıl. Sözler büyüttüm
gözlerimden içeri sızan o elmas vakitlere. Ah çocukluğum sarıp sarmaladığım nadide
seslenişler.
Somuncu Baba’da
gül vaktiydi gönlüm. İzzet Paşa’da papatya. Hacı Derviş’te bir ezan sesi, Kurt
Bağı’nda Top Kayası mucizesi. Yuvarlanır mı diye baktığım. Camisinde kuran
öğrendiğim hocam Emin Efendi. Vakur, mütevazi, takva abidesi haliyle
örneklikti.
Turam
dedikleri taşları birleştirip, evcikler yaptığım çocukluğum.
Yağ satarım
bal satarım’’ oyunlarından sıkılınca, trampet ekibiydik gedik çıkmaz sokağında. Tüm
mahallenin çocuklarıyla ne güzeldik. ’’Balkona bak balkona bak’ ’şarkısı
eşliğinde ne de aşkla, şevkle, uyumla söyler çalardık bir teneke ve iki çubukla
trampetleri.
Tohma'nın
birikintilerine toplanan kurbağa larvalarını balık sanıp ‘’çomça balığı’’ adı
ile avuçlarımızdaki o yavrulara iyilik çabamız.
Bilsek ki
onlar kurbağa olacaktı, dokunamazdık.
Edip
Cansever ne de güzel söylemiş. ’gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk. Hiçbir yere
gitmiyor. Ömrümüzün mevsimleri işte oradan besleniyor.
Uçsuz
bucaksız bir gökyüzü endamıydı Darende’m benim hayatımda. Damga vuran
çocukluğum ise nice tutunuşa nüve idi.
Elini
öpmek için Köprü Gözünde beklediğimiz Hulusi Efendi, Hacı Hasan Efendi. Çocuk
ruhumuza sundukları o esans kokulu harçlıkları hiç unutamam. Onları harcamaz
bekletirdik cüzdanımızda. Ta ki kokusu azalana kadar.
Ah çocukluk;
Topladığım
taşları kâh boyadım, kâhbeştaş oynadım. Dökülen ağaçlardan yapraklar koyuyorum
defterler arasına ve kır çiçekleri hala.
Tüm kurumuşluklar unutmaktan geçse de bana hatırlatma zili ‘’kuruttuğum her çiçeğin gölgesi’’