Tasavvufu reddetmek
Gerek İslam düşüncesinin entelektüel üretiminde gerekse sosyal medyada tasavvufu olumlayan söylemler kadar onu tamamen reddeden söylemler de görülmektedir. Bu eleştirilerin daha felsefi ve temelden olduğu kadar, tasavvuf erbabının pratikleri üzerinden de yapıldığını görmekteyiz.
Doğrusu
birçok şey efendi şeklinde isimlendirilen kişilerin depremlere engel olmak,
insanlara şifa vermek gibi Tanrısal vasıfları kendilerine yakıştırmaları sebebiyle
bu eleştirellik yaygınlaşmaktadır. Hatta son dönemlerde dinin itibar kaybına
uğramasıyla da orantılı olarak bu tür eleştirilerin arttığı görülmektedir. Bir
kısım eleştiriler de bu rijitlikleri savuşturarak dini daha sahihleştirme
gayretine girmişlerdir.
İslami
düşünce üzerine yapılan yorumlara baktığımızda birkaç farklılıkla tebellür
ettiğini söyleyebiliriz. Doğrusu bu tasnifi biz Cabiri’nin analizlerinde görmekteyiz.
Birincisi, İslam düşüncesini tümüyle beyani bir tarza dayandıranlar ki, daha
çok metni anlamaya, yorumlamaya ve iktibasa önem verirler. İkincisi, İslam
düşüncesini felsefi perspektife dayandıranlar. Üçüncüsü de, İslam düşüncesini
irfani usule göre ele alan ve üretenler. Cabiri bunları beyan, burhan ve irfan
şeklinde tasnif etmektedir. Esasen İslam düşüncesi bu üç farklı bakış açısının
kesişiminde oluşmaktadır. Dolayısıyla İslam düşüncesini ne sadece felsefi, ne
sadece beyani ne de sadece irfani boyuttan ibaret görebiliriz.
İşin
ilginç tarafı İslam düşünce tarihinde bugüne kadar İslam düşüncesini tek
boyutlu görme eğilimi yoğun olarak varolagelmiştir. Doğrusu böyle bir bakış
açısı İslam düşüncesinin geniş açılımlarını görmeyi engellemektedir. Bir başka
sorun ise, İslam düşüncesini büyük oranda beyandan ibaret görenlerin
ağırlığıdır ki, bunlar diğer bakış açılarına kendilerini kapatırlar. Zaten
dinin felsefi düzlemde ele alınıp yorumlanması entelektüel bir faaliyet olarak
daha dar bir alan kaplamaktadır.
Bu
yazının konusu olan diğer bakış açısı ise tasavvufa tamamen kapatılmış bir
İslam düşüncesidir. Bu görüşü savunanların argümanlarına bakıldığında,
tasavvufun İslam’a Hint mistisizmi ve diğer ezoterik yorumlar üzerinden
girdiğini belirtmektedir ki, bu argümanlar tasavvufun meşruiyetini silmeye
yönelik görünmektedir. Bu bakış tarzına göre gerek teorisi itibarıyla tasavvuf,
gerekse pratikleri olarak tarikatlar ve şeyhler yorumlar ve ifadeleriyle şirk
içindedirler.
Doğrusu
beyani, irfani ve felsefi okuma biçimleri gerçekliğin farklı boyutlarını ortaya
çıkarması açısından birbirini tamamlayıcılık özelliğine sahiptirler. Felsefi
bakış açısı, elbette aşkın ile bağlarını koparmadan aklın imkan ve sınırları
içinde gerçekliği anlamaya çalışmaktadır.
Bu
bağlamda irfani boyut hem içerdiği bilgi tarzı hem de ferdi ve toplumsal
düzeyde gördüğü işlev açısından değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi Batı’da
ilkin “irfan”ın içerdiği bilme tarzı pozitivizm çerçevesinde kabul görmemişti.
Bu sebeple tek bir bilme tarzı mutlaklaştırılmaktaydı. İslam düşüncesi ise
Nasr’ın tabiriyle gerçekliğin farklı boyutlardaki tezahürlerini çok boyutlu
olarak elde etmek istediğinden irfani bakış açısını olumlamaktadır. Meselenin
ikinci boyutu ise, tarihsel süreçte sekülerleşmeye dikkat çekme ve uyarma
anlamında irfan ve tasavvuf önemli olmuştur. Söz gelimi; Ebu Zer’in tavrı buna
örnektir. Üçüncüsü de, insanı içsel bir süreç olarak insan-ı kamil olmaya
hazırlaması açısından düşünülmelidir. Bu anlamda irfan, hayat boyu devam eden
bir eğitimi ifade etmektedir.
Elbette
tasavvufu ve irfanı şarlatanlık için kullananlar vardır. Hatta tasavvuf
literatürü içerisinde eleştirilecek yorumlar da vardır. Fakat sadece zahire
önem veren günümüz dünyasında “içsel olgunlaşma”nın önemini gün geçtikçe daha
iyi anlamaktayız. Özellikle insan-ı kamil olma yolunda beklemeye tahammül
edemeyen bir kitle yaratma teşebbüsleri hızlanmışken, irfan tekrar bizi içimize
doğru yönlendirmektedir.