Tasavvuf önderleri ve kumpaslar
İmam Cafer-i Sadık (ra) “Vallahi
nikahlımız olmayan bir kadınla birlikte olmak haram olmasaydı bile nikahlı
hanımımdan başkası ile birlikte olmaya tenezzül etmezdim” buyurarak bir
insana yakışan ve yakışmayan fiiller konusunda muhteşem bir çıta belirlemiştir.
Resulullah’ın (sav) torunlarından olan İmam
Cafer Sadık (ra), insanoğlunun şehvetin esiri olunca hangi durumlara düşeceğini
biliyordu. İşte o durum, yani insanın şehvetin peşinden koşması zillettir,
acizliktir, düşüklüktür, hafifliktir. Öyle ki muteber pek çok şahsiyet bu
arzulara yenik düşerek toplum nezdinde itibarsız kalmıştır.
Herkesten İmam Sadık gibi olmasını
bekleyemeyiz lakin insanım diyen ama bilhassa iddia sahibi bir Müslüman
olduğunu söyleyenin Allah’tan korkmasını, kuldan haya etmesini ve kendisini
alçaltacak fiil ve davranışlardan uzak durmasını beklemek hakkımızdır.
Çember sakalı uzun olsa da,
Giydiği giysi tarikat şeyhlerinin giysisine
benzese de,
Zikrederken kendinden geçme numarası yapsa da,
Hatta çevresinde kendisine bağlı müridleri de
olsa bir şahıs İslam ve tasavvuf ehlinin ahlak ve adabına uymuyorsa o merduddur.
Yani, tasavvuf (ehlinin) halkasından çıkmış sayılır.
Ehl-i tarik “düşüklük” göstermez çünkü
“Ölmeden önce ölünüz” düsturu tasavvuf ehlinin serlevha ilkesidir. Bu
ilke mutasavvıfın hayatının her saniyesinde ve her metre karesinde yer alır.
Ehl-i tarik ama özellikle bilinen tarikat
şeyhleri ile ilgili düşüncemiz, inancımız yukarıda yazdığımız gibidir. Çıkan
haberler, yayımlanan resimler, ortaya saçılan iddialar bizi peşinen “Bu
haberler tasavvuf ehline karşı kampanyadır” düşüncesine sevk eder,
etmelidir. Algının hibrit savaşın önemli aparatlarından olduğu bir dünyada
yaşıyoruz. Bu yüzden temkinli olmak gibi bir mecburiyetimiz vardır. Kaldı ki bu
ülkede milyonları bulan üyelerini “tezekki” ile canlı tutan tasavvuf
önderlerinin bu güne kadar ahlaka mugayir bir tek davranışlarına şahit olmadık.
Bu sebeple tarikatlarla ilgili haberlerin
sebep ve kaynağı hakkında dikkatli olmak büyük bir sorumluluktur.
Elbette ki bu söylediklerimiz insanları masum
göstermeye yönelik bir çaba değildir. Elbette ki her kesimden nefsine yenik
düşmüş ve düşecek insanlar olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Ancak asırları
bulan tecrübe bizleri, bu camiaya karşı hangi proje kumpaslarla karalama
kampanyaları başlatıldığı ve hangi saiklerle hareket edildiği gerçeğine
götürmelidir.
Ne Ali Kalkancı ne Müslüm Gündüz ne
Sakarya’daki Fatih Şağban adındaki şarlatanın bu camia ile bir alakaları
olmuştur. Hatta bu isimlerden sonuncusu tarikatlardan kovulmuş ama ne yazık ki
buna rağmen kendi kurduğu korsan hücrede çevresine insanları toplayabilmiştir.
Burada Diyanet İşleri Başkanlığı sorumluluğunu
bihakkın gereğini yerine getirmelidir. Olaylar patlak verdikten sonra DİB’nin reddiye
türü açıklamalarının bir kıymeti de etkisi de olmaz. Kendimden yani
bildirimlerimden biliyorum, DİB bu tür sapıklıklara karşı çok uzun yıllar
sessiz kaldı. FETÖ’ye de sessiz kalan bizdik, bizim Diyanet’imizdi. Geçmişte
pek çok sapık oluşumlara dair tek ses vermeyen de bizim diyanetimizdi. Bugün de
insanlık ve İslam dışı faaliyetlere sesini çıkarmayan (en azında biz duymadık)
yine bizim Diyanet’imiz değil mi?
Hiçbir dini oluşum aziz ve mübarek İslam’dan
değerli olamaz. Biz Diyanet’ten kolluk görevi icra etmesini istemiyoruz. Sadece
insanları kapıda (avfınıza sığınıyorum) havlattıktan sonra içeri alan 1-2
marjinal gruba, ”Yapmayın! Bunun din-iman ile alakası yoktur” demesini
bekliyoruz.
Son yıllarda büyük ve değerli görevler ifa
eden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konularda da hassasiyet göstereceğine
inancım tamdır. Ancak gecikmesinin vereceği hasarın çok ağır olacağını ifade
etmeliyim.
Ki böylece asırlardır beşeri insan, insanı da insan-ı kamil kılma yolunda “terk” eyleyenlerin cehd ve gayretlerine bir halel gelmesin.