Taş Devri değil, 60' lar (II)
Geçen hafta kaldığımız yerden, 60' lar;
- Portakallar,hep limonbüyüklüğünde, limondan daha az ekşiydiler. İçleri çekirdek doluydu. 1965 lerde çekirdeksiz"Yafa Portakal" piyasaya girdi.Yafa, "portakal" da devrimdi.
-Elmalar çokdelikli ve yamru yumru idi. Tam organiktiler. En büyüğü çocuk yumruğu kadardı.
-Beş-altı çocuğa iki elma-üç portakal getirilir, bölüştürülürdü.
-Cevizlerin yarısının içi simsiyah çürük, kestaneler çoğu kez kurtluydu.
-Kiraz, mayıs ayında bir görünür, kaybolurdu, kurtsuzu pek olmazdı.
-Karpuzlar sıklıkla yemyeşil çıkardı.
-Bakkaldan üzüm, leblebi v.s aldığınızda cebinizi minik ellerinizle açarsınız, bakkal cebinize doldururdu. Poşet yok, kese kağıdı lükstü.
-Çocukların oyuncakları hep ahşaptandı.
-Okul çantaları marangoza sipariş edilerek yaptırılırdı.Kırtasiyeden alınan plastik okul çantaları 65 lerden sonra rutinleşti.
-Okullarda elişi derslerinde yapıştırıcı olarak nişastadan yapılan "kola" kullanılır, katiyen yapıştırmazdı.
-Kurşun kalemlerin üzerinde hep "Czechoslovakia" yazar ucunu açtıkça kırılırdı.Kalemtıraşlar burnunuzdan getirdiği için, kalemler çakı ile açılırdı.
-İlkokullarda bütün öğrencilere, siyah önlük, beyaz yaka mecburi idi.
-Orta Okul ve liselerde kız-erkek bütün öğrenciler şapka giymek zorundaydılar. Şapkası olmayanlar derslere alınmaz okul bahçesinde kalırlardı. Bazı uyanık öğrenciler sınıf penceresinden bahçedeki şapkasız arkadaşına şapkasını atar, tek şapkayla iki öğrenci okula girmiş olurdu.
-Evlerde çatı pek nadir bulunurdu, hemen tamamı, toprak damlı idi. Yağmur, çoğu kere bir çok noktadan odaya damlardı. Damladığı yerlere tabaklar, leğenler konulur, yağmur kabusa dönerdi. Toprak damlarda, bahar aylarında, diz boyu otlar yetişir, dam yağmur içindaha geçirgen olurdu.
-Odaların tabanları çoğunlukla topraktı. Özel ince sıvayla düzgünleştirilmiş toprak zemine hasır, hasırın üzerine de, çoğunlukla keçe açılırdı. Keçe, Orta Asya'dan Anadolu'ya birebir getirilmiş,Türk evlerinin birkaç bin yıllık, değişmez demirbaşı idi. Keçeyi bilmeyenler; "Vikipedia" dan bakabilirler. Halı lükstü.
-Kanalizasyon yoktu. Avlunun öbür köşesine, evden uzakça bir yere yerleştirilen tuvaletlere, kış gecelerinde korkuyla gidilirdi. Yakınlardan gelen kurt ulumaları ürkütürdü. Tuvaletlerin aydınlatılmasında, gaz lambasının daha basiti, ilkeli olan "idare" ile vaziyetidare edilirdi. Tuvalette "idare"bulunması lüks sayılır, evdeki bu ikinci aydınlatma cihazına, hali vakti yerinde olanlar sahip olurdu.
- Sekiz-on evden birkaçında bulunan elektrik, sadece akşam saatlerinde gelir, saat 23.00 de üç kez yanıp sönerek "işaret verir" ve ertesi akşama kadar elektrik olmazdı.Evine elektrik bağlatmaya, her ailenin gücü yetmezdi.
-Aydınlatmada gaz lambası yaygındı, ekonomik olması tercih nedeniydi. Tek gaz lambası odadan odaya taşınırdı.
-Çocuklar ödevlerini, keçe üzerine koydukları gaz lambasının etrafına ışınsı dizilerek, başları, lambaya yakın yüzükoyun uzanarak, yaparlardı. Evlerde masa, sehpa nadirdi.
-Sokakların pek çoğunda kaldırım yoktu. Yağmur ve kar sonrası sokaklar çamur deryasına döner, yürümek maharet ister, daha tümsekçe yerleri seçerek basmaya çalışsanız da ayakkabılarınız bileklerinize kadar çamura batardı.
-İlçenin ortasından geçen yol, Orta Anadolu'yu Ege ve Marmara'ya bağlardı.Türkiye ile Yunanistan, Kıbrıs nedeniyle ikide bir savaşın eşiğine gelir, askeri konvoylar ilçedengeçerlerdi. İlçede büyük heyecan yaşanır, ahali yol boyunca, yolun iki tarafınaseyre dizilir, askerlerin yüz ifadelerinden "zafer"anlamı çıkarılırdı. Evde yapılan ekmekler, askeri araçlara hediye edilirdi. Yunan'ın gelmesinden çok korkulurdu. Daha, 40 sene önce, 60 km mesafedeki Akşehir'e kadar gelmişti. Bu yaşlıların hafızasında çok canlıydı. Sanki hala Akşehir'de bekliyor, ha, deyince geliverecek korkusu yaşanıyordu.
-İlçede, 5-6 kadar,Willys Jeep(google'e bakınız) vardı. Köylere ulaşımarada bir jeeplerlesağlanıyordu. Jeeplerde akü bulunmadığı için, şoför,aracın önüne taktığı, uzun bir kolu kıvrakça sekiz-on kez çevirerek aracı çalıştırır, koşturarak direksiyon başına geçerdi. Aracın patlayan lastiğini, 4-5 şoför yardımlaşarak, 3-4 saate onarır, kan ter içinde kalırlardı.
-Otobüsler hep uzun burunlu, benzinli, muhtemelen, batı ülkelerinin hurdaları idi. Benzin-egzoz kokusu yolcuları bulantıdan helak ederdi.
-Birkaç senede bir,annemin köyüne, Oğuzların "Bozoklar" ından "Düğer" boyunun ismini taşıyan köye, giderdik. 20 kmlik yol, at arabası ile 3-4 saatte alınırdı. Bahar aylarında gelinciklerle, kır çiçekleriyle bezenmiş tarlaların arasından,Adem Aleyhisselam' dan beri hiç bir işlem yapılmamış natürel yollardan, birkaç molada,köye ulaşılırdı. Yol üzerindeki köylerden, geçerken köylerin köpekleri pek vahşice arabanın arkasından koştururlar, arabaya çıkacaklar diye ödümüz kopardı.
-"Düğer" köyünde 1960 yılında hiç motorlu araç yoktu. Tarım tamamen hayvan gücüne dayalıydı. Muhtemelen, köy, 300 yıl önceki halinden bir çivi farksızdı.
Şimdi Düğer'de klimalı araçlarla tarım yapılıyor. Her ailenin 3-4 motorlu vasıtası var. Bazı evler kaloriferli, sokaklar parke taşlı.
İsviçre köyleri gibi...