Tartışmaların ortasında diyanet
Din-devlet ilişkilerinin doğası kadim bir tartışma konusudur. Bu konuda üç tecrübe dile getirilir. İlki, dinin devletin egemenliğinde ve kontrolünde olduğu ve Bizantinizm denilen yaklaşımdır. İkincisi, devletin dinin egemenliğinde olduğu teokratik yaklaşımdır ki, Ortaçağ Hıristiyan deneyimi bunun örneğidir. Üçüncü olarak din ve devletin kurumsal anlamda birbirinden bağımsızlaştığı laik yaklaşımdır.
Bu yaklaşımları anlamlı kılan ve aslında İslam ile Hıristiyanlığı birbirinden ayıran temel unsur, Hıristiyanlıkta papalık gibi bir dini otoritenin İslam’da olmamasıdır. Bu sebeple din ile devlet arasında ilişkileri, kurumsal bazda düşünmek gerekir. İslam’da ise, papalık gibi son sözü söyleyecek ve yanılmaz kabul edilen ruhani bir otorite yoktur. Dolayısıyla bizde ictihad sivil olarak çalışır; yani hiçbir âlim ya da kurum son sözü söyleyen bir otorite olmadığının bilinciyle ictihad eder. Bir alimin ictihadı toplum nezdinde kabul edildiği oranda yaygınlaşır.
Tarihsel süreçte Osmanlı’da din kurumu da devletin otorite ve egemenliği altında idi. Türkiye’de Diyanet kurumu, laik bir devlette din işlerinin görülmesi amacıyla ihdas edildi. Diyanet gibi bir kurumun laik bir devlet açısından uygun olup olmadığı hep tartışıldı. Zira laik bir devlette, din kurumunun maddi açıdan devlet tarafından desteklenmesi bir sorunsala dönüşmekteydi. Bu anlamda Diyanet, eskiden beri devletin bir kurumu ve onun otoritesi altında varolagelmiştir.
Türkiye’de belirli çevreler Diyanet’i her boyutuyla tartışmakta ve problem yapmaktadırlar; bütçesi, verdiği fetvalar, devletçi ve siyasallaşması niteliğiyle. Ancak Diyanet’in Devlet’in otoritesi altında işlemesi başından bu yana zaten değişmedi. Burada “Diyanet nasıl devlet mesafesini korumalı?” sorusu etrafında belki yeni cevapların üretilmesine ihtiyaç olabilir.
Bu çevreler salt buna dayanarak Diyanet’in kaldırılması gerektiği iddiasında da bulunuyorlar. Bu tür iddiaları dile getirenlerin iddiaları üzerinde çok fazla düşünmedikleri kanaatindeyim. Bir kere mevcut konjonktür içinde Türkiye’nin dini hayatında varolan aktörler göz önüne alındığında, Diyanet’in bir koordinatör ve dengeleyici işlev gördüğünü unutmamak gerekir. Aksi durum ciddi bir karmaşayı da beraberinde getirir. Türkiye bu konuda yeni bir konsensus oluşturabilmiş değil.
Şimdi gelelim son dönemdeki tartışmalara. Bazı yazar ve gazetelerin eskiden beri ilginç tavrı vardır. Meselâ; “faiz haramdır” denir; “bu çağda bu kafa” diye başlık atarlar. Sonra faize olumlu fetva verdi diye ayrıca kınarlar. Türkiye’de muhafazakar denilen gruplar uzun süre periferide yer aldılar. 1980’den sonra gelişen süreçte muhafazakarlar devlet ve bürokrasinin içine girerek merkeze doğru geldiler. Aslında bugün Diyanet’in en son “faiz” konusundaki fetvasını bu değişimler çerçevesinde de okumak gerekir. Aslına bakılırsa bu tür faiz fetvaları Diyanet’in dışında farklı hocalar tarafından da verilmeye başlanmıştır. Buradan muhafazakarlar ile devlet arasındaki ilişkilerin değiştiğini anlayabiliriz.
Peki benim için problem nedir? Öncelikle Diyanet’in son dönemdeki bazı fetvalarına katılmadığımı baştan beyan etmeliyim. Bunları madde madde sıralamayacağım. Ancak Allah ile insan ya da toplum arasındaki dikey ilişkide ortaya çıkan manzaraya bir bakalım. Çünkü topluma (din adına yapılanlara) bakarak Allah, Allah tasavvurlarına bakarak insan, toplum konusunda fikir sahibi olabiliriz. Dolayısıyla Diyanet’in son dönem fetvaları, daha çok insan ve toplumun asli sorunlarının periferisinde dolaşmaktadır. Birisi çıkıp da, bu Allah tasavvuru bizim asli sorunlarımızla ilgili değil” derse, ne cevap verilecektir?