Tarımda zihniyet değişimi şart
Atadan kalma usullerle yörenin en iyi karpuzlarını, kavunlarını, sebzelerini ve zeytinlerini yetiştiren tecrübeli bir çiftçinin oğluyum. O yüzdendir ki çiftçilik nasıl yapılır iyi kötü bilen birisiyim.
Benim gibi Ege’nin verimli
topraklarında doğup büyüyenler hatırlayacaktır, eskiden yüzlerce dönümlük
ovalara pamuk ekilirdi ve o yörenin insanı da bundan ekmek yerdi.
Çarşı, pazar hareketlenir, üretici de tüketici de, okul
harçlıklarını çıkarmaya çalışan öğrenciler de bundan nasibini alırdı.
Son yıllarda o
tarlaların boş olduğunu görüyorum. Seracılık da neredeyse azaldı. Büyükbaş
hayvancılıkla uğraşan insanlarımız da kapasitelerini en aza indirdi.
Bugün bereketli toprakların ülkesinde gıda krizi yaşanıyor
ve insanlarımız fahiş fiyatlarla boğuşuyor. Üreticinin de tüketicinin de mağdur edildiği bir tuhaf mekanizma inşa
edildi.
Ege’ye her gittiğimde çiftçilikle uğraşan büyüklerimi
dinlemeyi severim. Yakın bir zamanda yörenin önemli pamuk ve sebze üreticisi
büyüklerimle konuşma fırsatım oldu.
Desteklere rağmen
eskiden olduğu gibi tarlalardaki hareketliliğin ve üretimin neden durduğunu
sordum.
Hani “bir dokun bin ah işit” derler ya öyle bir durum.
Öncelikle salgın
döneminde tarlaya, bahçeye çıkamadıklarını ve yeterli performans gösteremediklerini
ifade ettikten sonra mazot ve gübre fiyatlarındaki artışlara dikkat çektiler.
Uzun zamandır çiftçinin üretmek için kullandığı girdilerin
fiyatlarında çok hızlı artışların olduğu bir gerçek.
Verilen destek ve
mazot fiyatlarına bakıldığında üreticinin 2-3 litre mazotu ancak alabildiği
görülüyor. Pamuk ve çeltikte verilen dekar başına 68 lira destekle 2021 yılında
6 litre mazot alınabiliyordu.
Çiftinin kullandığı mazottan alınan ÖTV kaldırılsa ve KDV
oranı da düşürülse bu verilen destekten daha önemli ve çiftçinin lehine
olmayacak mıdır?
Bazı gübrelerde de yüzde 400 oranında artışlar yaşandı.
Örneğin 2020-2021 arası amonyum sülfat gübresinde yüzde 441, üre gübresinde
yüzde 394, nitrat gübresinde yüzde 373, DAP gübresinde yüzde 259 oranında artış
yaşandı.
Bu durumda çiftçi nasıl üretsin? Buna rağmen üretmeye
çalışıyorlar.
Tarım ihracatı 2021
yılında yüzde 22,2 artışla 29 milyar737 milyon dolara ulaştı diye bayram eden
arkadaşlarımız birçok ülkenin kendi vatandaşının gıdasını sağlamaya yönelik ihracat
engelleri koyduğunu düşünemiyorlar mı?
Örneğin Rusya bunlardan biriydi. Geçenlerde bir gazete,
Rusya’nın Türkiye’ye uyguladığı yasakları kaldıracak olmasını sebze ihracatı
açısından heyecan verici olarak buluyordu.
Peki, şöyle bir
zamanda gıda ürünlerinde yapılacak olan ihracat en çok kime yarar? Bunun iç
piyasada fiyatları daha da yükselteceği ortada değil mi?
Bugünlerde okumaya başladığım ve tavsiye ettiğimAli Ekber Yıldırım’ın “Yeni Tarım Düzeni” adlı kitabında da bu
mesele enine boyuna masaya yatırılmış.
Ali Ekber Yıldırım’ın da ifade ettiği gibi; “Dünyada açlık, gıda sıkıntısı yaşayacak son
ülke Türkiye’dir. O kadar büyük bir potansiyele sahibiz kihem kendimize
yetebiliriz hem de dünyanın önemli bir nüfusunun bazı ürünlerdeki ihtiyacını
rahatlıkla karşılayabiliriz.”
Peki, neden bu hedefe yönelik sağlam bir tarım politikası
geliştiremiyoruz?
Tarım Düzeni adlı kitapta, “Ülkede et fiyatını düşürmek için 11 yıl aralıksız et ithalatı yapıldığı
ancak bunun da soruna bir çare olmadığı” vurgulanıyor. Peki, nasıl aşacağız bu
durumu?
Özellikle salgın döneminde neden gerekli tedbirler alınmadı?
Kısacası tarımda
ithalata yönelik değil üretime yönelik politikalar geliştirilmelidir. Girdi
fiyatları düşürülmeden, hal yasası çıkarılmadan fiyatların düşme ihtimali
yoktur.
Açıkçası bir kıtlık olduğunu da düşünmüyorum. Kıtlık
senaryosu en az yedi yıl veya daha uzun bir süredir planlanıyor. İşte bu
senaryoya karşı neden mücadele edemiyoruz, onu sorguluyorum. Ve Tarım Bakanı
neden sessiz?