Tarikatlar karmaşası ve gerçekler
İnanç konusu çok önemli…
İnsanoğlu ancak bir şeylere inanarak varlığını sürdürebilir.
Herkesin dünyaya bir bakışı vardır. Birisi sadece para ve
güç elde etmek ister. Ötekisi de herkes için adalet düzeni kurmayı hedefler.
Bir başkası da kendi keyfine odaklanmak ve tembellik peşinde koşmak ister. Bu
böyle sürüp gider. Arayanlar için her şey “amaç” olabilir.
Birçok düşünürün ömrü, insanın dünyadaki varlığının amacını
akıl ile keşfetmeye çalışmakla geçti. Sorular sordular. Cevaplar aradılar.
Kimisi ahlâkı merkeze aldı, kimisi merhameti, kimisi de
adaleti ama sonuçta hepsi insanoğlunun dünyaya bir amaç için geldiği ve ömrünün
bir kısmını da bunu keşfetmek için harcaması gerektiği konusunda hemfikir oldu.
“Yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan çıktı?” paradoksu
gibi insanlığın içinden çıkamadığı “İnsanoğlu dünyaya nereden geldi? Dünya ve kâinat
nasıl var oldu? Biz niye varız?” vs. gibi soruların cevapları tek başına akıl
ile verilemedi.
Cevapsız kalan insanın imdadına Yüce Yaradan yetişti.
Kitaplar indirdi, peygamberler gönderdi. İnsanlığa bir hedef verdi. Ama insanı
da özgür bıraktı. İşte tüm mesele de burada koptu.
Bu tarikatlar konusu aslında tam olarak buradan bakılması
gereken bir konu…
Birçok kişi “Gerekli mi yoksa gereksiz mi? Gereksiz ise
hemen kapatalım!” noktasından baktığı için olayı tam olarak anlayamıyor.
Yüce Allah insanı seçme ve öğrenme özgürlüğü ile baş başa
bıraktı.
Hangi aileden doğacağı ve hangi çevrede büyüyeceği insanların
seçimi değil. İşin bundan sonraki kısmına “imtihan”
deniliyor.
Bugün tarikatları eleştirenlerin büyük çoğunluğu din ile
ilgili hatırı sayılır bir bilgi sahibi olarak konuya bakıyor.
Hâlbuki tarikat konusu önemli oranda sosyolojik bir konu…
Tarikatlara girenlerin büyük çoğunluğu hayattaki amacını
keşfetmek isteyen boşluğa düşmüş insanlar…
Tarikatlar bu insanlar için tam bir kurtarıcı oluyor. Birçok
tarikat ehli de bu insanlara ulaşmak için çabalıyor. Bu tebliğ vazifesini bir “cihat”
olarak görüyorlar.
İnsanları ifsattan kurtarmayı amaçlıyorlar.
Birçoğumuzun korktuğu, çetelerin eline geçmiş; uyuşturucu
başta olmak üzere her türlü kötülüğün ticaretinin döndüğü yerlere sadece Allah
rızasını kazanmak ve oradan birilerini kurtarmak için giriyorlar.
Tarikatlar devletin giremediği yere girerek, sistemin
yozlaştırdığı kişileri sisteme kazandırıyorlar. Bu özverili çalışma ile hem
devlet hem de millet kazanıyor. Tarikat ehli sevap kazanırken gelecekleri
olmayan insanlar kötülükten uzaklaşarak sisteme dâhil ediliyor.
Tarikatların bu güzelliklerini kesinlikle göz ardı etmemek
gerekir.
Devlet tarikatların yaptığı bu işi yapamaz. Çünkü devlet
rasyonel yönetir. Devlet işinde bir akıl vardır. Devlet toplumsal menfaati
önceler. Ölçülebilen, tüm insanlar için kolayca anlaşılan bir mekanizması ile
çalışır. Böyle de olmalıdır, çünkü devlet vatandaşına karşı tarafsız olmak
zorundadır.
Ama toplumsal sorunlar bu şekilde çözülemez. Tarikatlar aslında
birer toplumsal gönüllülük esasıyla çalışan birer Sivil Toplum Örgütü’dür. Birçoğu
da zaten dernek ve vakıf faaliyeti içindedir.
Tarikatların faydalı olduğu alanların bir kısmını saydık
gelelim şimdi sorunlu kısımlara…
İmtihan dedik ya…
Tarikatlarda yer alan insanlar da diğer tüm insanlar gibi
imtihan halinde…
Konunun bu noktasını kaçıranlar oldukça fazla...
Esfel-i Safilin (Yaratılmışların en aşağılığı) olmak da
Eşref-i Mahlûkat (Yaratılmışların en şereflisi) olmak da insanın elinde olan
bir şey…
Hiç kimse peygamber değil. Son Peygamber Hz. Muhammed
(SAV)’dir. Diğer tüm insanlar gibi tarikatların liderlerinden gönül verenine
kadar herkes imtihan halinde…
Hayır için para toplarken de Kur’an eğitimi verirken de
sokakta tebliğ vazifesinde bulunurken de imtihan insanın peşini bırakmaz.
Her şey bir âna kalmış.
Dün âlim olanın yarın zalim olmasının önünde hiçbir engel
yok. Herkesin bu işe böyle bakması gerekiyor. Yanlışlar bundan sonrada
olacaktır.
Tarikatlar için denetleme yapılması önerisi iyi niyetli bir öneri ama asıl sorun tarikatta değil insandadır.