Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Temmuz 2022

Tarikatlar, cemaatler

Vaktiyle Diyar-ı Rum (Rumların Ülkesi) olan Anadolu’nun fethi ve Viyana’ya kadar süren fütuhatın mızrak ucu, koç başı tarikatlardı, tasavvuf ehliydi.

Kars’da metfun Hasan Harekani’den, Hacı Bektaşı Veli’den Hacı Bayram Veli’den Emir Sultan’dan Bosna’daki Sarı Saltık’tan ta Budapeşte’deki Gül Baba’ya kadar ehli tasavvuf fütuhatın rehber, kılavuzuydular.

Millî Mücadelenin teorisyenleri, organizatörleri, finansörleri yine onlardı.

Yirmi yedi yıl CHP milletvekilliği yapmış Falih Rıfkı Atay, bunu şöyle itiraf eder:

“Kuvay-ı Milliye meclisi koyu gerici idi. İçki yasağı kanununu bir şeriat kanunu olarak bu meclis çıkarmıştı. Dört yüze yakın yeni medrese açmıştı. Milletvekillerinin çoğu kravatsız ve poturlu ya da getirli idi. 1923 de Milletvekili seçildiğim vakit İstanbullu kılığı ile nasıl yadırgandığımızı halâ hatırlarım. Kuvay-ı Milliye Anadolu’ su, Tanzimat İstanbul’ undan elli yıl geride idi. (Falih Rıfkı Atay-Atatürkçülük nedir? Ak yayınları 1966 sahife 16).

Falih Rıfkı’nın koyu gerici diye tanımladığı insanlar ehli din ve diyanet kişilerdi, çoğu tarikat-tasavvuf ehliydi. Kuvay-ı Milliye’yi inşa eden onlardı.

Tasfiye edildiler, imha edildiler, tarihlerden silindiler, kazındılar.

Meclis 23 Nisan 1920 de, Cuma namazını takiben dualarla ve tekbirlerle açıldı.

İlk Meclis açıldığında sarıklı ve feslilerin sayısı kalpaklılardan fazla (65’e 50) idi. Kaldı ki kalpaklıların birçoğu da sarıklılarla aynı zihniyetteydi. Meclisin beşte biri doğrudan din adamı idi. Din adamı sayısı subay sayısına eşitti. Mevlevi, Nakşibendi, Bektaşi şeyhleri meclisteydi. (Kinross Atatürk sh.217-218, Lewis Modern Türkiye’nin Doğuşu sh.532)

Sakarya Meydan Muharebesi’nin bütün safahatına bir subay olarak katılan, savaşı “Milli Mücahede” yani “cihad” olarak anan Ali Kadri Bey, Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı anılarında;

“Sakarya Meydan Muharebesi sürerken, moral için mevlüthanlar, hafızlar, sık sık askeri birlikleri dolaşıyor, mevlid-i nebeviler okunuyor, cami ve mescitlerde zafer için yanık dualar ediliyordu” demektedir. (Ali Kadri Köprülü’nün anıları, Anadolu’da İstiklal Mücadelesi - Türk Tarih Kurumu Basımevi 2011, sh.119-121)

Tarikatlar, ehli tasavvuf, asırlar boyunca topluma, sosyal dokuya mihmandarlık ettiler.

Toplumu çekip çeviren, eğiten, şekillendiren, yönlendiren yumuşak güç oldular.

İncitmeden törpülediler, kırmadan büktüler, milyonları dine, topluma, hayata, devlete kazandırdılar.

Tarikatları imha ve yok etmek yerine, tashih, ihya, inşa, restorasyon cihetine gidilmelidir.

Haçlıların, oryantalistlerin, misyonerlerin, istihbarat servislerinin bin türlü hainane gayelerle, derinden derine bu sivil toplum kuruluşlarımızla ilgilendikleri, sızmaya, tahrife, dejenerasyona çalıştıkları, fevkalade bir bilgi değildir.

Son iki asır boyunca İslam’ı hayatımızdan uzaklaştırma, yok etme teşebbüslerinden, emellerinden tarikatlar fazlasıyla nasibini almış, ağır tahribata, yıkıma maruz kalmış, hırpalanmışlardır.

Tarikatları en fazla yaralayan, son yıllarda nerdeyse tebliğ ve irşat faaliyetlerini gölgede bırakacak seviyede akçalı faaliyetlere yönelmiş olmalarıdır.

Nakdi faaliyetler tasavvufun ruhuyla imtizaç etmemektedir.

Para odaklı icraatlar, nerdeyse tarikatlar arası güç mücadelesine dönüşmüş izlenimi vermektedir.

Bu tür faaliyetler başka çatılar altında icra edilmelidir.

Tarikat ve cemaatleri sigaya çeken, üstelik sol bir yayın organının aşağıdaki değerlendirmesi düşündürücüdür.

“Bir büyük holdingin plazasına girmek ve üst düzey yetkililere ulaşıp konuşmak nasıl kolay değilse, aynı durum tekke ve dergâhların kapısını çaldığımızda da ortaya çıkıyor.

Kapılardaki tabelalarda tahmin edilebileceği üzere hemen her zaman “vakıf” yazmakta ve “güvenlik noktası” nı aşıp, önünüzdeki bariyeri kaldırılıp girdiğinizde kendinizi, içinde kaybolmanız muhtemel bir “kompleks” ortasında buluyorsunuz”.

Padişah Yıldırım Bayezit, Niğbolu Zaferi’nde ele geçirdiği ganimetlerle inşa ettirdiği Bursa’daki Ulucami’nin açılışında içki konusunda Emir Sultan tarafından uyarılr. Emir Sultan’a bu gücü, Keşiş Dağında (Uludağ) bir kulübede yaşadığı münzevi hayat veriyordu.

Hacı Bayram Veli, II. Murat tarafından gönderilen tek bir çavuşla başkent Edirne’ye davet edildiğinde, nerdeyse devlet içinde devlet olmuş cemaatinin gücüne rağmen çavuşun ardı sıra Ankara’dan Edirne’ye kadar yürüdü. Edirne’ye varır varmaz evvela bir erbain (kırk günlük uzlet) çıkardı. Gösterdiği ihlas, tevazü, mahviyet karşısında kendisinden nerdeyse özür dilenip Ankara’ya uğurlandı.