Tarikatlar Asırlardır Erdemli İnsan Yetiştiriyor
Bir tarikatın adını kullanan sapık F. Şağban büyük tepkiler çekerken bazı fırsatçılar bütün tarikatlara saldırıyor. Hâlbuki asırlar boyunca tasavvuf yoluyla erdemli ve faziletli insanlar yetiştirildi.
Geçenlerde F. Şağban adındaki
sapık, bir tarikatı kullanarak iğrenç eylemde bulundu. Bütün toplum bu olayı
lanetledi. Yurtdışı bağlantıları da ortaya çıkarılan F. Şağban şimdi hukuk
önünde hesap veriyor. Dünyanın birçok yerinde faaliyet gösteren tarikatlar,
dinî yollardır ve toplumların sosyolojik gerçeğidir. Yasaklarla ortadan
kaldırılamaz. Araştırmacılar, Batıda 26 bin, İslam
dünyasında ise 60 bin cemaat ve tarikat olduğunu belirtiyor. Cemaatler bizde
özellikle tarikatların yasaklanmasından sonra ortaya çıkan gruplardır. Yazık ki
bu tür kahredici olaylarda toptancı bakış hâkim olabiliyor. Bu konuda cahiller,
peşin hükümlüler ve art niyetliler genellemeye giderek, “İslam’ın ilk devrinde tarikatlar
var mıydı, sonradan çıktılar. Öyleyse dinde yerleri yok, yasaklayalım gitsin.”
gibi basit değerlendirmeler yapıyor.
Uzmanlar
Konuşmalı
Bu konuda ne yazık ki konunun ehli olmayan, bilgisiz kişiler
konuşmakta ve en çok onların sesleri duyulmaktadır. Gazetelerde şüphesiz konuyu
vukufla ele alan makaleler okunduğu gibi hezeyan diyebileceğimiz köşe yazıları
da gördük. Bilhassa televizyonların tartışma programlarına çağrılan konunun
cahili kişiler esip gürlediler ama birikimsizlikleri de ortaya çıktı. Neredeyse
her meslekten kişiyi ekrana çıkarıp konuşturan kimi televizyoncular tasavvuf
uzmanlarını, ilahiyatçıları ve Diyanet görevlilerini bilhassa es geçti. Bu da,
“Acaba hakikatler örtülüyor mu?” sorusunu akla getiriyor. Evet bilhassa dinî
konularda genelde ilgisizler konuşturulurken uzmanlar kasten kenarda tutuluyor.
Anadolu’da
Tasavvuf İklimi
Bugün Anadolu’nun neredeyse her bölgesinde tasavvuf iklimi ve
irfanı hâkimdir. Çeşitli tarikatlara mensup vatandaşlarımız ibadetlerini ve zikirlerini
rahatlıkla yapabiliyor. “Tarikata girmek” bir bakıma “Kötü alışkanlıklardan
uzaklaşmak, iyi vatandaş olmaktır.” Tarikatların toplumdaki bu iyileştirici
rolünü görmek istemeyenler, bir sapığın ortaya çıkışını fırsat bilerek var
güçleriyle tarikatlara saldırıyor. Her meslekten sapık çıkabilir. Eğitimde, memuriyette,
yargıda, güvenlikte, esnaflıkta vs. Peki bir sapık öğretmen yakalanınca “Okulları
kapatıp öğretmenleri işten atalım.” deniliyor mu, hayır. Aksine “suç şahsi”
olduğu için sadece kendisine emanet edilen çocuğu rahatsız eden hadsiz kişi
cezalandırılıyor. Peki merdiven altında kurulan oluşumlar yüzünden tasavvuf
dünyamızın ışıltılı yüzünü karartamaya kimin hakkı var?
İbni
Arabi Ve Ahmed Yesevi
Tasavvufun mahiyetini öğrenmek isteyenlerin önüne, yüzyıllar
öncesinden mihver adamlar çıkıyor. Muhiddin-i Arabi ve Ahmed Yesevi bu alanda
ilk iki büyük önder olarak dikkat çekiyor. Yüce İslam’ı, kurdukları
tarikatlarla anlatan ve yayan tasavvuf büyükleri, asırlar boyunca insanların
gönüllerini fethetmişler ve bireyleri topluma hayırlı, faydalı, erdemli ve
faziletli insanlar olarak yetiştirmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’i ve Hazret-i
Peygamberin sözleri olan hadis-i şerifleri esas alan tasavvuf büyüklerimiz,
çevrelerinde toplanan insanları terbiye etmişler; örnek birer insan ve Müslüman
hâline getirmişlerdir. Şüphesiz tasavvuf kolları, İslami yollardır ancak her
Müslüman herhangi bir tarikata girmek mecburiyetinde değildir. İslam’da böyle
bir şart da yoktur. Allah dostları tasavvufu tarif ederken, “Tasavvuf edepten
ibarettir. Gereksiz işleri terk etmektir. Karşılıklı sevgi ve dostluktur. Her
daim Allah ile beraber olmaktır.” demişlerdir. Yani kötülüklerden kaçmak,
iyiliklere koşmaktır. Bu anlayışla yetişenler fitne ve fesatlardan uzaklaşmış,
vefaya, kardeşliğe ve muhabbete ulaşmışlardır. Yani tasavvuf dinden bir sapma
değil aksine Kur’an ve Sünnet kaynaklı bir ulvî mertebedir. Muhiddin-i Arabi
Anadolu, Avrupa ve Arap ülkelerinde nurlu bir yol açarken Ahmed Yesevi de
Türkistan merkezli bir irşad faaliyetinin başında olmuştur. Malazgirt
Zaferi’nden önce Yesevî dervişlerinin Anadolu’ya gelip halkı Müslümanlaştırdığı
biliniyor. Bu kutlu yolun yolcuları, bir bakıma Osmanlı’daki akıncılar gibi rol
üstlenmişlerdir.
Anadolu’nun
İslamlaşmasını Sağladılar
İyi bir yazar ve araştırmacı olan Kemal Tahir, tasavvufun
dünyamızdaki yerine işaret ettiği Esir
Şehrin İnsanları romanında şöyle diyor: “Anadolu’ya Şeyh Ahmed Yesevi adına
halifeleri yaymıştır tasavvufu… Bunların hepsi dünyadan el çeken basit
köylülerdir, bence… Pir Dede, Keyifli Baba, Horoz Dede, Aptal Musa, Avşar Dede,
Akyazılı Baba, Kudümlü Baba Sultan, Sarı Saltuk… Bunlar köylü halkı
etkilemişler. Anadolu’nun İslamlaşmasını, bir anlamda Türkleşmesini
sağlamışlar. Anadolu bu tohuma o kadar uymuş ki, Yunus Emre gibi kocaman bir
dahi sanatçı yetiştirmiş…” Afrika’da Sunusiler, emperyalist Fransa ve İtalya’ya
karşı cihat ettiler. Ömer Muhtar’ı hatırlamamak mümkün mü? Osmanlı ticaret ve
esnaflık hayatını dipdiri ayakta tutan, yine bir tarikat kabul edilen ‘Ahilik’
değil mi?
Medeniyetimizin Temeli
Tasavvuf ve tarikatlar
hakkında bir kitap bile okumadan ahkâm kesenler o kadar sığ konuşuyorlar ki,
dinledikçe insanın hayreti artıyor. Ben Türkiye’de halkımızın, bu seviyesiz
konuşmacıları hak etmediğini düşünüyorum. Sorsanız iki üç mutasavvıfın adını
doğru dürüst bile söyleyemeyecek adamlar iri iri laflar ediyor. Hatta dikkat
ediyorum. Çoğu ‘tarikat’ kelimesini düzgünce telaffuz edemiyor. Tarikat
kelimesindeki ilk a’yı uzatarak komik duruma düşüyorlar. Hâlbuki tarikatlar
sayesine bizim büyük medeniyetimizin temel taşları döşenmiştir. Bugün Türk
edebiyatında kaynağını tekke ve dergâhlardan alan muhteşem bir “Tekke
Edebiyatı”mız vardır. Yine müzik dünyamızda muazzam eserlerin bestelendiği ve
seslendirildiği bir “Tasavvuf Musikisi”miz bulunuyor. Geçmişte başta padişahlar
olmak üzere devlet adamlarının, Yeniçerilerin, esnafın, ediblerin, şairlerin,
mimarların, bestekârların büyük bir bölümü herhangi bir tarikata intisap
etmiştir. Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı Cumhuriyet döneminde bile tasavvuf
kültürüyle yetişmiş birçok mütefekkirimiz, şairimiz, romancımız, müzisyenimiz
ve tarihçimiz vardır. Bu konuyu merak edenlerin Fuad Köprülü, Abdülbaki
Gölpınarlı, Mahir İz, Selçuk Eraydın, Mustafa Kara, Hasan Kâmil Yılmaz, Mahmut
Erol Kılıç ve Mustafa Demirci gibi değerli müelliflerin tasavvufla ilgili
eserlerini ve diğer temel tasavvuf kitaplarını okumaları gerekiyor. Bu kaynaklarda
gerçek tarikatlar ve tasavvufî kavramlar çok güzel izah edilmektedir.
Dokuz Asırdır Hayatımızda
Tasavvuf anlayışının 11. yüzyıla
kadar yaygınlaştığını ancak 12. asırdan sonra temel kavramlarıyla İslam
dünyasında yer almaya başladığını görüyoruz. Genelde isimlerini kurucularından
alan belli başlı tarikatlar şunlardır: Yesevilik (Ahmed Yesevî), Kadirilik
(Abdülkadir Geylânî), Rifaîlik (Ahmed Rifaî), Bektaşilik (Hacı Bektaşı Veli),
Mevlevîlik (Mevlâna Celaleddin-i Rumî), Bayramîlik (Hacı Bayram-ı Velî),
Nakşibendilik (Muhammed Bahaeddin Nakşibend), Halvetilik (Ömer Halvetî),
Celvetilik (Aziz Mahmud Hüdâyî). Tabiî bu ana yollara bağlı olan yüzlerce kol
vardır. Peki tarikatların ortak hususları var mı? Elbette. Denilebilir ki, ilk
ve tek amaç Allah’ın rızasını kazanmak, emr-i bilmaruf nehy-i anil münker’e
uymak (emirlere uymak, yasaklardan kaçınmak), ahlaklı, faziletli ve erdemli iyi
bir Müslüman ve insan olmaktır. Sadece zikir, giyim gibi hususlarda ufak tefek
farklılıklar görülüyor. Yoksa temelde hepsi, aynı zeminde buluşuyor ve aynı
maksada doğru yürüyor.
Devletin Kontrolü Şart
Yüce dinimiz İslam’ı kullanan
ve genelde dış güçlerle bağlantılı olan FETÖ, İskender Evranasoğlu, Adnan Oktar
ve F. Şağban gibi bir kısmı terör odağı olan, bir kısmı sapık düşünce ve
uygulamalarıyla öne çıkan kişi ve örgütler ne yazık ki bütün tarikatların
töhmet altında kalmasına yol açıyor. Hatta bu yüzden yüce dinimiz İslam da
büyük zarar görüyor. Peki ne yapılacak? Bunun çözümü zor değil. Mesela Osmanlı
bu meseleyi çözmüş; sağlam tarikatlara sahip çıkarken, siyasete bulaşanları
etkisiz hâle getirmiştir. Bu düzeni kurabilmek için de Şeyhülislamlığa bağlı
olarak 1866’da “Meclis-i Meşayih”i kurdurmuştur. Böylece yoldan çıkan tarikat
yöneticilerini derdest etmiştir. Bugün de Devlet’in dinî işlerinden sorumlu
olan Diyanet bünyesinde benzer bir oluşum meydana getirilebilir. Bu
organizasyonda sadece Diyanet mensupları değil, bütün tarikat ve cemaatlerin
temsilcileri, ilahiyatçılar, Vakıflar’dan sorumlu idareciler ve kanaat
önderleri bir araya gelebilir. 15 Temmuz FETÖ ihanetinden sonra İstanbul’da
Diyanet’in organizasyonuyla Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz’ın idareciliğinde
istişare toplantıları başlamıştı. Bu buluşmalar, daha düzenli ve ciddi şekilde
devam ettirilebilir. Tarikat ve cemaatlerin bir kısmı vakıflaştı. Kalanları da
böyle resmî bir şemsiye altına alınmalı, ilmî, malî ve adlî denetim devlet
tarafından yapılmalıdır. Kaynaklar araştırılmalı, suiistimaller önlenmelidir.
Dinî hayattaki karmaşa böylece önlenebilir, huzur bu şeklide sağlanabilir. Böylece
kurunun yanında yaş da yanmaz, at izi, it izine karışmaz.
Halkın Huzuru Sağlanmalı
Özünden sapan tarikat ve cemaatler zapt-u rapt altına alınmalıdır. Ne yazık ki, az da olsa görüyoruz ki bu kutsal isimleri kullanarak iğrenç emellerine alet etmek isteyenler hep çıkıyor. Bugün de var. FETÖ’ye sahip çıkan bazı grupları görüyoruz. ‘Selefilik’ tehlikesinden bahsediliyor. İslam’ın “Ehl-i Sünnet” inancına aykırı dinî yapılanmalar ve akımlar sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Tarikat ve cemaatler, kâmil insanlar yetiştirmek için kurulur, başka süfli amaçlarla değil. Özünden kopmuş, arızalı ve tehlikeli teşekküller ayıklanmalı; basından önce Diyanet tarafından topluma teşhir edilmeli, halkımız bu konuda uyarılmalıdır. Bir bakkal dükkânının bile kolayca açılamadığı ülkemizde erken uyanan uyanık sahtekârlar, bir ‘tekke’, ‘dergâh’ veya ‘medrese’ kuramamalı, bu mübarek ocakların isimleri lekelememelidir. Dinini yaşamak isteyen vatandaşlarımız da bu tip sahtekârlar yüzünden rahatsız edilmemelidir.