Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Eylül 2020

Tarikatlar Asırlardır Erdemli İnsan Yetiştiriyor

Bir tarikatın adını kullanan sapık F. Şağban büyük tepkiler çekerken bazı fırsatçılar bütün tarikatlara saldırıyor. Hâlbuki asırlar boyunca tasavvuf yoluyla erdemli ve faziletli insanlar yetiştirildi.

Geçenlerde F. Şağban adındaki sapık, bir tarikatı kullanarak iğrenç eylemde bulundu. Bütün toplum bu olayı lanetledi. Yurtdışı bağlantıları da ortaya çıkarılan F. Şağban şimdi hukuk önünde hesap veriyor. Dünyanın birçok yerinde faaliyet gösteren tarikatlar, dinî yollardır ve toplumların sosyolojik gerçeğidir. Yasaklarla ortadan kaldırılamaz. Araştırmacılar, Batıda 26 bin, İslam dünyasında ise 60 bin cemaat ve tarikat olduğunu belirtiyor. Cemaatler bizde özellikle tarikatların yasaklanmasından sonra ortaya çıkan gruplardır. Yazık ki bu tür kahredici olaylarda toptancı bakış hâkim olabiliyor. Bu konuda cahiller, peşin hükümlüler ve art niyetliler genellemeye giderek, “İslam’ın ilk devrinde tarikatlar var mıydı, sonradan çıktılar. Öyleyse dinde yerleri yok, yasaklayalım gitsin.” gibi basit değerlendirmeler yapıyor.

Uzmanlar Konuşmalı

Bu konuda ne yazık ki konunun ehli olmayan, bilgisiz kişiler konuşmakta ve en çok onların sesleri duyulmaktadır. Gazetelerde şüphesiz konuyu vukufla ele alan makaleler okunduğu gibi hezeyan diyebileceğimiz köşe yazıları da gördük. Bilhassa televizyonların tartışma programlarına çağrılan konunun cahili kişiler esip gürlediler ama birikimsizlikleri de ortaya çıktı. Neredeyse her meslekten kişiyi ekrana çıkarıp konuşturan kimi televizyoncular tasavvuf uzmanlarını, ilahiyatçıları ve Diyanet görevlilerini bilhassa es geçti. Bu da, “Acaba hakikatler örtülüyor mu?” sorusunu akla getiriyor. Evet bilhassa dinî konularda genelde ilgisizler konuşturulurken uzmanlar kasten kenarda tutuluyor.

Anadolu’da Tasavvuf İklimi

Bugün Anadolu’nun neredeyse her bölgesinde tasavvuf iklimi ve irfanı hâkimdir. Çeşitli tarikatlara mensup vatandaşlarımız ibadetlerini ve zikirlerini rahatlıkla yapabiliyor. “Tarikata girmek” bir bakıma “Kötü alışkanlıklardan uzaklaşmak, iyi vatandaş olmaktır.” Tarikatların toplumdaki bu iyileştirici rolünü görmek istemeyenler, bir sapığın ortaya çıkışını fırsat bilerek var güçleriyle tarikatlara saldırıyor. Her meslekten sapık çıkabilir. Eğitimde, memuriyette, yargıda, güvenlikte, esnaflıkta vs. Peki bir sapık öğretmen yakalanınca “Okulları kapatıp öğretmenleri işten atalım.” deniliyor mu, hayır. Aksine “suç şahsi” olduğu için sadece kendisine emanet edilen çocuğu rahatsız eden hadsiz kişi cezalandırılıyor. Peki merdiven altında kurulan oluşumlar yüzünden tasavvuf dünyamızın ışıltılı yüzünü karartamaya kimin hakkı var?

İbni Arabi Ve Ahmed Yesevi

Tasavvufun mahiyetini öğrenmek isteyenlerin önüne, yüzyıllar öncesinden mihver adamlar çıkıyor. Muhiddin-i Arabi ve Ahmed Yesevi bu alanda ilk iki büyük önder olarak dikkat çekiyor. Yüce İslam’ı, kurdukları tarikatlarla anlatan ve yayan tasavvuf büyükleri, asırlar boyunca insanların gönüllerini fethetmişler ve bireyleri topluma hayırlı, faydalı, erdemli ve faziletli insanlar olarak yetiştirmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’i ve Hazret-i Peygamberin sözleri olan hadis-i şerifleri esas alan tasavvuf büyüklerimiz, çevrelerinde toplanan insanları terbiye etmişler; örnek birer insan ve Müslüman hâline getirmişlerdir. Şüphesiz tasavvuf kolları, İslami yollardır ancak her Müslüman herhangi bir tarikata girmek mecburiyetinde değildir. İslam’da böyle bir şart da yoktur. Allah dostları tasavvufu tarif ederken, “Tasavvuf edepten ibarettir. Gereksiz işleri terk etmektir. Karşılıklı sevgi ve dostluktur. Her daim Allah ile beraber olmaktır.” demişlerdir. Yani kötülüklerden kaçmak, iyiliklere koşmaktır. Bu anlayışla yetişenler fitne ve fesatlardan uzaklaşmış, vefaya, kardeşliğe ve muhabbete ulaşmışlardır. Yani tasavvuf dinden bir sapma değil aksine Kur’an ve Sünnet kaynaklı bir ulvî mertebedir. Muhiddin-i Arabi Anadolu, Avrupa ve Arap ülkelerinde nurlu bir yol açarken Ahmed Yesevi de Türkistan merkezli bir irşad faaliyetinin başında olmuştur. Malazgirt Zaferi’nden önce Yesevî dervişlerinin Anadolu’ya gelip halkı Müslümanlaştırdığı biliniyor. Bu kutlu yolun yolcuları, bir bakıma Osmanlı’daki akıncılar gibi rol üstlenmişlerdir.

Anadolu’nun İslamlaşmasını Sağladılar

İyi bir yazar ve araştırmacı olan Kemal Tahir, tasavvufun dünyamızdaki yerine işaret ettiği Esir Şehrin İnsanları romanında şöyle diyor: “Anadolu’ya Şeyh Ahmed Yesevi adına halifeleri yaymıştır tasavvufu… Bunların hepsi dünyadan el çeken basit köylülerdir, bence… Pir Dede, Keyifli Baba, Horoz Dede, Aptal Musa, Avşar Dede, Akyazılı Baba, Kudümlü Baba Sultan, Sarı Saltuk… Bunlar köylü halkı etkilemişler. Anadolu’nun İslamlaşmasını, bir anlamda Türkleşmesini sağlamışlar. Anadolu bu tohuma o kadar uymuş ki, Yunus Emre gibi kocaman bir dahi sanatçı yetiştirmiş…” Afrika’da Sunusiler, emperyalist Fransa ve İtalya’ya karşı cihat ettiler. Ömer Muhtar’ı hatırlamamak mümkün mü? Osmanlı ticaret ve esnaflık hayatını dipdiri ayakta tutan, yine bir tarikat kabul edilen ‘Ahilik’ değil mi?

Medeniyetimizin Temeli

Tasavvuf ve tarikatlar hakkında bir kitap bile okumadan ahkâm kesenler o kadar sığ konuşuyorlar ki, dinledikçe insanın hayreti artıyor. Ben Türkiye’de halkımızın, bu seviyesiz konuşmacıları hak etmediğini düşünüyorum. Sorsanız iki üç mutasavvıfın adını doğru dürüst bile söyleyemeyecek adamlar iri iri laflar ediyor. Hatta dikkat ediyorum. Çoğu ‘tarikat’ kelimesini düzgünce telaffuz edemiyor. Tarikat kelimesindeki ilk a’yı uzatarak komik duruma düşüyorlar. Hâlbuki tarikatlar sayesine bizim büyük medeniyetimizin temel taşları döşenmiştir. Bugün Türk edebiyatında kaynağını tekke ve dergâhlardan alan muhteşem bir “Tekke Edebiyatı”mız vardır. Yine müzik dünyamızda muazzam eserlerin bestelendiği ve seslendirildiği bir “Tasavvuf Musikisi”miz bulunuyor. Geçmişte başta padişahlar olmak üzere devlet adamlarının, Yeniçerilerin, esnafın, ediblerin, şairlerin, mimarların, bestekârların büyük bir bölümü herhangi bir tarikata intisap etmiştir. Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı Cumhuriyet döneminde bile tasavvuf kültürüyle yetişmiş birçok mütefekkirimiz, şairimiz, romancımız, müzisyenimiz ve tarihçimiz vardır. Bu konuyu merak edenlerin Fuad Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Mahir İz, Selçuk Eraydın, Mustafa Kara, Hasan Kâmil Yılmaz, Mahmut Erol Kılıç ve Mustafa Demirci gibi değerli müelliflerin tasavvufla ilgili eserlerini ve diğer temel tasavvuf kitaplarını okumaları gerekiyor. Bu kaynaklarda gerçek tarikatlar ve tasavvufî kavramlar çok güzel izah edilmektedir.

Dokuz Asırdır Hayatımızda

Tasavvuf anlayışının 11. yüzyıla kadar yaygınlaştığını ancak 12. asırdan sonra temel kavramlarıyla İslam dünyasında yer almaya başladığını görüyoruz. Genelde isimlerini kurucularından alan belli başlı tarikatlar şunlardır: Yesevilik (Ahmed Yesevî), Kadirilik (Abdülkadir Geylânî), Rifaîlik (Ahmed Rifaî), Bektaşilik (Hacı Bektaşı Veli), Mevlevîlik (Mevlâna Celaleddin-i Rumî), Bayramîlik (Hacı Bayram-ı Velî), Nakşibendilik (Muhammed Bahaeddin Nakşibend), Halvetilik (Ömer Halvetî), Celvetilik (Aziz Mahmud Hüdâyî). Tabiî bu ana yollara bağlı olan yüzlerce kol vardır. Peki tarikatların ortak hususları var mı? Elbette. Denilebilir ki, ilk ve tek amaç Allah’ın rızasını kazanmak, emr-i bilmaruf nehy-i anil münker’e uymak (emirlere uymak, yasaklardan kaçınmak), ahlaklı, faziletli ve erdemli iyi bir Müslüman ve insan olmaktır. Sadece zikir, giyim gibi hususlarda ufak tefek farklılıklar görülüyor. Yoksa temelde hepsi, aynı zeminde buluşuyor ve aynı maksada doğru yürüyor.

Devletin Kontrolü Şart

Yüce dinimiz İslam’ı kullanan ve genelde dış güçlerle bağlantılı olan FETÖ, İskender Evranasoğlu, Adnan Oktar ve F. Şağban gibi bir kısmı terör odağı olan, bir kısmı sapık düşünce ve uygulamalarıyla öne çıkan kişi ve örgütler ne yazık ki bütün tarikatların töhmet altında kalmasına yol açıyor. Hatta bu yüzden yüce dinimiz İslam da büyük zarar görüyor. Peki ne yapılacak? Bunun çözümü zor değil. Mesela Osmanlı bu meseleyi çözmüş; sağlam tarikatlara sahip çıkarken, siyasete bulaşanları etkisiz hâle getirmiştir. Bu düzeni kurabilmek için de Şeyhülislamlığa bağlı olarak 1866’da “Meclis-i Meşayih”i kurdurmuştur. Böylece yoldan çıkan tarikat yöneticilerini derdest etmiştir. Bugün de Devlet’in dinî işlerinden sorumlu olan Diyanet bünyesinde benzer bir oluşum meydana getirilebilir. Bu organizasyonda sadece Diyanet mensupları değil, bütün tarikat ve cemaatlerin temsilcileri, ilahiyatçılar, Vakıflar’dan sorumlu idareciler ve kanaat önderleri bir araya gelebilir. 15 Temmuz FETÖ ihanetinden sonra İstanbul’da Diyanet’in organizasyonuyla Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz’ın idareciliğinde istişare toplantıları başlamıştı. Bu buluşmalar, daha düzenli ve ciddi şekilde devam ettirilebilir. Tarikat ve cemaatlerin bir kısmı vakıflaştı. Kalanları da böyle resmî bir şemsiye altına alınmalı, ilmî, malî ve adlî denetim devlet tarafından yapılmalıdır. Kaynaklar araştırılmalı, suiistimaller önlenmelidir. Dinî hayattaki karmaşa böylece önlenebilir, huzur bu şeklide sağlanabilir. Böylece kurunun yanında yaş da yanmaz, at izi, it izine karışmaz.

Halkın Huzuru Sağlanmalı

Özünden sapan tarikat ve cemaatler zapt-u rapt altına alınmalıdır. Ne yazık ki, az da olsa görüyoruz ki bu kutsal isimleri kullanarak iğrenç emellerine alet etmek isteyenler hep çıkıyor. Bugün de var. FETÖ’ye sahip çıkan bazı grupları görüyoruz. ‘Selefilik’ tehlikesinden bahsediliyor. İslam’ın “Ehl-i Sünnet” inancına aykırı dinî yapılanmalar ve akımlar sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Tarikat ve cemaatler, kâmil insanlar yetiştirmek için kurulur, başka süfli amaçlarla değil. Özünden kopmuş, arızalı ve tehlikeli teşekküller ayıklanmalı; basından önce Diyanet tarafından topluma teşhir edilmeli, halkımız bu konuda uyarılmalıdır. Bir bakkal dükkânının bile kolayca açılamadığı ülkemizde erken uyanan uyanık sahtekârlar, bir ‘tekke’, ‘dergâh’ veya ‘medrese’ kuramamalı, bu mübarek ocakların isimleri lekelememelidir. Dinini yaşamak isteyen vatandaşlarımız da bu tip sahtekârlar yüzünden rahatsız edilmemelidir.