Tarihsiz eğitim talihsiz gençler
Kimse önüne konulan bilgiyi sorgulamıyor ve duygusal reflekslerle yanlışı hakikatmiş gibi kabul ederek mensup olduğu gruba olan bağlığını bildirmekle yetiniyor.
Yalanın doğru ile karıştığı bir ortamda da hakikat önemsizleşiyor ve hemen herkes hakikatin bir tarafını mıncıklayarak gerçeğe ulaştığını zannediyor.
Hayatın bu denli hızlı aktığı bir çağda politikacılar da post-truth çağın ruhuna uygun propaganda yapmaktan kaçınmıyor.
Hal böyle olunca kadını en çok kadın hakları savunucularının mağdur ettiği, eğitime en çok eğitim sendikalarının zarar verdiği, bilimi, bilim adamlarının sulandırdığı, barışı en çok savaş çıkartanların kullandığı, adaletin hukukçular eliyle, siyasetin politikacılar marifetiyle manipüle edildiği tuhaf bir ortam tesis ediliyor.
Bu gidişle akıl yürütme yetisi tamamen ortadan kalkacak gibi görünüyor.
Türkiye’de Gladyo’nun marifetiyle yıllardır etiketler üzerinden bir çatışma yaşıyoruz. İnsanın dedikodu malzemesi haline getirildiği, ufalandığı, gözden düşürüldüğü bir acayip çağ bu.
Herkesin sırtına iliştirilen, Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Abhaza, Rum, Süryani, Ermeni, Alevi, Sünni, laik, dindar vs. gibi etiketler üzerinden yürütülen bir savaştan bahsediyorum.
Oysa küresel emperyalist düzen, kimsenin ne olduğuna bakmaksızın herkesi sömürüyor.
Çocuklarımızın sosyal
medya ortamlarında sosyalleştiği, seviyenin ve akıl yürütme yetisinin gittikçe
düştüğü bir ortamda herkes bir diğerinin günahını eşelemekle meşgul.
Tüm bunları neden anlatıyorum biliyor musunuz? Çünkü bizi bu hale sürükleyen en temel etkenlerden biri eğitim de ondan.
Bugün gençlerimiz bir zihin bulanıklığı yaşıyor ve direnme yetilerini gün geçtikçe yitiriyorsa bunun nedeni; temeli geçmişte atılan ve hala üzerinde bir oynama yapılmayan eğitim sisteminin sayesindedir.
Şimdi asıl meseleye
gelelim.
Hatırlarsanız, 9
Eylül İzmir’in kurtuluşu münasebetiyle düzenlenen bir etkinlikte şehrin
belediye başkanı, işgal güçlerine iki çift laf etmeden, faturayı Osmanlı’ya
kesti.
Tepkiler çığ gibi. Ancak kimse bu zihniyetin arka planını sorgulamıyor. O yüzden müsaade ederseniz sizi biraz geriye götüreceğim.
Bilirsiniz tek parti dönemi, seküler ve pozitivist temelli yeni bir ulusun yaratılması sürecidir. Bu süreçte okul, resmi ideolojiye itaatkâr iyi birer vatandaş yetiştirecek, buna mukabil jakoben laiklik de yeni ulus toplum yaratmada bir motor gücü rolünü oynayacaktı.
O yüzden eğitim, acımasızca, tarihi ve kültürü eleştiriyor ve onu yok sayıyordu. Tarih, yurttaşlık, vatandaşlık ve din gibi ders kitaplarına özel ihtimam gösteriliyordu. Örneğin tarih dersleri, Hıristiyanlığı laik bir din olarak kabul ederken, İslam’ı laik olmayan, gerici, yobaz bir din olarak takdim ediyordu.
O dönem okutulan Yurttaşlık ve Vatandaşlık Bilgisi gibi ders kitaplarında Osmanlı nefreti işleniyordu.
“Türkiye, eskiden
yalnız, kendi menfaatlerini düşünen, halka fenalıktan, mazarrattan başka hiçbir
faydası dokunmayan padişahların fena idaresi altındaydı.”
“Yalnız kendi keyfi, kendi dileğiyle iş gören padişahlar, canları istediği zaman yabancı devletlerle harbe girerlerdi. Bu yüzden yurt ordusu boş yere uzak diyarlarda, bitmeyen savaşlarla sürünür dururdu.”
İstanbul’daki
sarayında yüzlerce kadın arasında bir mirasyedi gibi yaşayan padişaha hesapsız
para lazımdı. Bütün milletin kan ve ter içinde kazanıp vergi diye verdiği
parayı kendi keyfine savururdu. Böylece yurtta ne bir yol, ne bir okul, ne bir
hastane yapılırdı.”
‘‘Eskiden milletimizin başında padişah denilen adamlar vardı. Bunlar milleti düşünmezler, hep kendi zevklerini düşünürler ve halkı bir esir sürüsü sayarlardı. Ulusumuz yıllarca padişahların zulmü altında inledi.’’
Ders kitapları bu tür bilgilerle doluydu. Belediye Başkanı, bu bakış açısının hala devam ettiğini gösteren bir örnek oldu. Ve bu münferit bir bakış açısı da değil. Zira eğitim sistemi tarihsizlik üzerine bina edilmiştir.
Muhafazakârlar ise bu
olumsuz bakış açısını değiştirmek için televizyon dizileri çekmeyi uygun
gördüler. Sorunun asıl kaynağı olan eğitim sistemine dokunmayı tercih
etmediler.