Tarihin Sonuna Mı Geldik?
Öğretmenlik yaptığım yıllarda, beraber çay içip sohbet ettiğimiz bazı arkadaşlarımızın okul idaresine karşı yaptıkları sert eleştirilerin, o arkadaşlar idareci olunca birden sona erdiğini, hatta tam tersine tüm yapılan okul icraatlarını bir sahiplenme tavrıyla karşılaştığımı hatırlıyorum ve bu istisnai bir örnek değildir. Peki niye böyle bir örnekle başladım? Aslında bu satırlar, çok yönlü bir iktidar muhalefet tarihini muhtevi içeriklere sahip ve açımlanmayı bekliyor.
1980'lere gelinceye kadar Türkiye'de yapısal özellikler de kazanmış olan birçok hususlarda ciddi eleştiriler yapılmaktaydı. O günlerin eleştiri konularını tekrar göz önüne getirdiğimizde, teoriye sıkı sıkıya bağlı bir muhalefetin u2013şiddet boyutunu tasvip etmemekle birlikte- varlığını görmekteyiz. Bir dava vardı ve davaya ihanet kişinin felsefi ölümü ile eşdeğerdi. Şimdiden o günlere baktığım zaman, muhalefetlerin bu kadar düşmesini "dava" merkezlilikten kısa yoldan "iktidar" merkezliliğe doğru bir irtifa kaybı olduğunu düşünmekteyim. Daha da vahimi, o günlerin muhalefetinin bir takım mahrumiyetler ve sahip olamamaktan kaynaklandığını düşündürtecek elimizde çok delil var. Kendisi müdür olmadığı için idareyi sert bir şekilde eleştirenlerin durumunda olduğu gibi.
Geldiğimiz noktada, kimilerine göre Asr-ı Saadet'e ulaşmaya ramak kaldı. Dolayısıyla AK Parti iktidarını eleştirenler, hainlerle(!) işbirliği yapan ve müslümanların elini zayıflatmaya çalışan adamlardır bazı söylemlerde. O kadar iyi şeyler olurken bunlar ne istemektedirler ki daha. Şimdilerde Tayyip Erdoğan, Has Parti'den BBP'ye ve hatta Fatih Erbakan'a kadar, tüm muhalefeti iktidara eklemlemek üzere yola çıktı bile. Gazetelerin köşelerinde memleketin bazı aydınları da, hatta İslamcılık adına bu birleşmelerin faziletlerinden bahsetmeye başladılar. Türkiye'nin haline bir bakın; Yoluna sokulması gereken hem zihniyet hem de amel düzeyinde o kadar çok şey var; ama bunları söyleyecek gerçek muhalefet yok. Sanki her şey birden iktidara eklemlenme yarışına dönüşmüş durumda. Daha önce yanına bile yaklaştırılamayacak idari görevlere sahip olanlar, artık eleştiri yapabilir mi? Ve en önemlisi eleştirileri nasıl değerlendirirler? Bazıları acaba kendilerini Uhud'un okçuları gibi hissetmiyorlar mı çok merak ediyorum?
İşin politik muhalefet kısmından öte benim asıl ilgilendiğim kısım aydınlar ve akl-ı selim sahiplerinin muhalefeti; yani sivil ve entelektüel tüm muhalefetler. Ortada acaip bir rehavet havası esiyor. En çok da İslamcıların artık uzun sessizlik dönemine girmeleri. Bilmiyorum belki de İslamcıların ölümü desek daha mı doğru söylemiş oluruz? Umran dergisinin Temmuz sayısında yaptığımız söyleşide ifade etmiştim: "Bugün İslamcılık muhalefette olsaydı, muhtemelen sesini daha gür duyacaktık". Bu da İslamcılığın iktidar şartlarına henüz evrilemediği gibi bir durumu imliyor olsa gerek. İşte tam bu nokta, bizim muhalefet ve eleştiri dediğimiz şeyin içeriklerine dair algılamalardaki yanlışlığı ele veriyor.
İktidarlar eleştiri ve muhalefeti sevmez. Bu dün de böyleydi bugün de böyle. İktidarlar sürekli yaptıkları işin onaylanmasını, onlarla ilgili övücü ifadeler kullanılmasını isterler. Zira eleştiri ve muhalefet, iktidarlar için sürekli bir karşı oluş anlamına gelmektedir. Halbuki üstten bir bakışla, eleştiri ve muhalefet u2013şayet kendilerinden yararlanılabilirse- iktidarın ömrünü uzatır. Bu, ister çok sert bir dille yapılsın isterse daha yumuşak biçimde olsun fark etmez. Önemli olan yararlanmasını bilmek. Kimi müslümanlar AK Parti'yi yolda zaafa uğratmamak, kimileri de kavuştukları konumu riske atmamak; hasılı çok farklı saiklerle eleştiri ve yol göstericilik rollerini sona erdirmiş görünmektedirler.
Bu, iktidarın hiç iyi bir şey yapmadığı anlamına gelmez. Ama zaten toplumun çoğunluğunun övme moduna girdiği bir zaman diliminde, iktidarı bakış körlüğünden kurtaracak sivil eleşitirel akıllara ihtiyaç vardır. İktidar her yeni öneri getirdikçe, onun olumsuz boyutlarını görüp ona söyleyecek, icraatlarında ona yol gösterecek bir akıl.
Bana mevcut durum "yoksa tarihin sonu mu geldi?" diye bir soruyu aklıma getiriyor? Ya hakikaten tarihin sonu mu geldi? İçeride bir yığın halledilmemiş sorun var. İnsan hakları ve özgürlükler konusunda daha gidecek yolumuz çok. Elde ettiğimizi düşündüğümüz özgürlükler prosedürel nitelikler kazanmış değil. Aslına bakılırsa, kazanım olarak görülen bir çok şeyler henüz ilkeselleşmemiş. İktidara bağımlı olarak sürüyor gibi. Öte yandan ayırtedici kimlik ve yaşam tarzımızla dünyaya henüz bir şey sunduğumuz da yok. Yaslandığımızı düşündüğümüz değerler bile giderek eriyor. Ama biz tarihin sonuna ulaşmış gibi yapıyoruz.