Tarih’in satır araları
11 ila 15. asırlar arası adeta ikinci bir asrı saadet gibi insanların dindarlıklarının yoğunlaştığı bir dönemdir. Zamanın seyahatnameleri, hatıralar, devir şairlerinin manzumeleri buna işaret ederler.
Hasan Harekâni Ahmet Yesevi, Ahi Evran, Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bayram, Hacı Bektaş, Edebali, Emir Sultan, Eşref Rumi, o devirde açmış güllerdir ki o asırları gül bahçesine çevirmişlerdir.
Devrin, Gazneli, Selçuklu ve Osmanlı Sultanları da her biri buna birer misaldirler, onlar ihlas dolu birer mü’min, abid bir Müslüman, derviş birer cengaverdirler.
Fatih’in babası Sultan II. Murad’ın vasiyetnamesini görünce bir etrafınıza ve bir de kendinize bakıyor; “biz nerelere savrulmuşuz” diyorsunuz.
II. Murad yazılı vasiyetinde;
Önce Allah’a tevekkülle sözlerine başlar.
Sonra Resulüllah’a ve O’nun pak ve temiz soyuna salat ve selamlar ettikten sonra şöyle der;
Mal varlığımın üçte biri satılsın.
Bu meblağın üç bin beş yüz florisi, Mekke’nin fakirlerine ve Kâbe ile Hatim arasında oturup yetmiş bin defa “La ilahe illallah” diyecekler ile hatm-i Kur’an edip sevabını vasiyet sahibine i’ta edeceklere,
Üç bin beş yüz florisi, Medine’de Ravza’da Resulullah’ın kabri karşısında yetmiş bin defa “La ilahe illallah” diyecekler ile hatmi Kur’an edip ruhuma i’ta edeceklere,
Üç bin florisi Mescid-i Aksa’da ve Kubbet-üs Sahra Kubbesi altında yetmiş bin defa “La ilahe illallah” diyecekler ile Kur’an-ı hatmedip bu faninin ruhuna i’ta edeceklere verilsin.
Yine servetimden, ayrıca on bin flori, bitene kadar, gece ve gündüz tecvitle Kur’an okuyup, sevabını, vasiyet edene bağışlayanlara verilsin.
Yapamadığım hac farizası için, bedel haccı yaptırılsın ve bunun için bedel ödensin.
Sonra na’şının Bursa’da oğlu Alâeddin’in 3-4 metre yakınına defnedilmesini, kabrinin üzerinin diğer sultanlar gibi örtülmeyip açık bırakılmasını, kabrinin üzerine Allah’ın rahmeti olan yağmurların yağmasını istedi.
Kabrinin dört tarafına Kur’an okuyacak insanların oturacakları yerler yapılmasını ve buraların üzerlerine dam yapılmasını vasiyet etti.
Bu nasıl bir iman, nasıl bir teslimiyettir?
İbni Batuta, Osmanlı topraklarını ziyaret ettiğinde, zamanın Bey’i İhtiyaruddin Orhan Bey’den bahsederken, yüz kadar kalesi olduğunu fasılasız hep cihad ettiğini, sahip olduğu kaleleri sırayla biteviye dolaştığını, sorunları ile yakından ilgilendiğini, hiç bir kalede bir aydan fazla kalmadığını söyler.
Acaba, böylesine bir gayret, sadece siyasi sorumlulukla açıklanabilir mi?
Orhan Bey’i bu derece motive eden, sadece Allah’a karşı mesuliyeti olmalı.
Emir Sultan, Buhara’dan Bursa’ya gelmiş bir kimsesiz derviştir. Osmanlı tahtında Yıldırım Bayezid oturmaktadır. Yıldırım’ın kızı Hundi Fatma Sultan işte bu kimsesiz Buhara’lı dervişle kendi isteği ile evlendi. Sultan’ın damadı ve kızı ömürlerini Keşiş Dağı’nda (Uludağ) bir kulübede, birer derviş olarak geçirdiler.
Ankara’dan İstanbul’a giderken, Ankara’dan hemen sonra otobanın kenarında bir levha görürsünüz. “Ali Semerkandi türbesi”.
O yazıyı hep okur, okur geçersiniz. Anadolu’daki hep bildik türbelerden zannedersiniz. Ama, O, bambaşkadır.
Ali Semerkandi bir Kâbe imamıdır. 14 yıl Kâbe’de imamlık yapmıştır. 8 yıl Kabr-i Peygamberi’de türbedarlık eylemiştir. Mekke’den önce, İran, Irak, Kudüs, Suriye’de bulunmuş bir Semerkantlıdır. O bir Horasan erenidir. Manevi bir yönlendirme ile Ankara’nın Çamlıdrere’sine gelir. O zamanlar, Çamlıdere çok yoksul, kurak, çorak bir yerdir. Ahalisi aşırı derecede fakirdir.
Ali Semerkandi, bir su değirmeni yaptırarak, Çamlıdere’ye hayat verir.
Bu sırada Bursa’da çekirge felaketi oldu. Halk ve devlet çaresiz kalır. Semerkandi’den umutsuzca yardım istenir. Semerkandi bir testi su gönderir. Nereye döküldü ise çekirgeler oradan kaybolurlar. Padişah I. Murat, Semerkadi’yi Bursa’ya davet eder. İltifatlarda bulunup payitahtta kalmasını ister.
Semerkandi padişaha teşekkür edip, Çamlıdere’ye dönmek için izin ister, bir de dilekte bulunur. Gariban Çamlıdere ahalisinden vergi alınmamasını ve askerlikten muaf tutulmalarını diler.
Padişah bunu kabul etti, Çamlıdere’ye bir de yazılı ferman gönderdi. Bu fermandaki, taahhüde bütün Osmanlı Padişahları uyup, 600 yıl boyunca 1923’e kadar Çamlıdere’den vergi de alınmaz, askere de alınmazlar.
Hanedan’ın, 600 yıl boyu “söze sadakat” ine, istikrarına, emanete riayetine gıpta etmemek mümkün mü?