Tarihin arka odası
Biz okullarda öğrendiğimiz tarih, bir kronoloji dizisi, biraz mefahir, biraz da hamasettir.
Malazgirt, Sırp sındığı, Kosova, Niğbolu, Mohaç, Preveze, Çanakkale, Sakarya’yı okur gururlanır, çoğu kere “Bir Türk Dünya’ya bedel” oluruz.
Mağlubiyetlerimiz biraz es geçilir.
Kim bilir, özgüven belki böyle kazanılıyor.
Türkiye’ye sığınan Suriye’liler için, korkaklar, ülkelerini savunmadılar, “Türkiye’ye kaçtılar” suçlaması çok yapılıyor.
Bu suçlama, çoğunlukla, tarih bilmemekten, “tarih bilinci” yokluğundan kaynaklanıyor.
Tuna boylarından, Viyanalardan, Budapeşte’den Belgrat’tan Edirne’ye kadar vatan topraklarını terk edip Suriyeliler gibi Anadolu’ya çekilen acaba hangi millettir?
Şimdi, biz korkak mı oluyoruz?
Zor karşısında, çekilmeler, yenilmeler, her millet için olağandır.
Daha 1987’ lerde 300.000 Türk, Bulgaristan’ı terk edip Türkiye’ye sığınmamış mıydı?
Demek ki, “Bir Türk Dünya’ya bedel” değilmiş.
Türkçede atasözleri vardır “Zora yiğitlik olmaz”, “Bekara, karı boşamak kolaydır”.
Son yıllarda bir Çanakkale hamaseti, bir Çanakkale güzellemesi aldı başını gidiyor. Çanakkale yalın haliyle, gerçekleri ile değil, masallaştırılıyor, efsaneleştiriliyor.
“Çanakkale geçilmez!” ise;
Çanakkale’den daha iki yıl sonra İngiliz ve Fransız donanması elini kolunu sallayarak gelip İstanbul’a nasıl demir atmıştır?
Demek ki bize öğretilen “Çanakkale Geçilmez!” ile “Gerçek Çanakkale” bambaşkadır.
Hiç olmazsa belli bir yaştan sonra gerçeklerle yüzleşmeliyiz ki, tarih tekerrür etmesin!
Bugün sizlere I. Dünya Savaşı ve Çanakkale’nin cephe gerisinden kesitler vereceğim.
Bilinsin ki, savaşlar sadece cephedekileri değil, cephe gerisindekileri de yakıyor ve tarih sadece bir mefahir değildir.
İşte, biraz da zamanın iktidar partisi İttihat Terakki’nin gerçek yüzünü yansıtan cephe gerisi;
“Kıtlık ve yokluk halkı kasıp kavuruyordu.
Zaruri ihtiyaçların fiyatlar birken iki yüze yükselmişti. İhtikar(vurgunculuk, fırsatçılık), karaborsa hududu aşmış, halkın gıdası midesinden çalınmaya başlamıştı.
Halkı düşünecek ihtiyaçlarını hafifletmeye çalışacak kalmamıştı. Bu gibi yollar sayesinde savaştan evvel on paraya sahip olmayan serseriler, milyonlara kavuşmuşlardı.
Tedavüle çıkarılan kağıt paralar itibarını muhafaza edememiş, kıymeti bire on nispetinde düşmüştü.
Zulümden, açlıktan ve pislikten halk arasında çeşitli hastalıklar başlamıştı. Bit hastalığı tifüs, kolera derecesinde tahribat yapıyordu.
Azrail, adeta tırpanını eline almış aciz halka saldırarak günde binlerce ruhu kabzediyordu.
Çanakkale’de kanlı bir savaş devam etmekle beraber, Osmanlı toprakları her taraftan sıkı bir abluka altına alınmıştı.
Bulgaristan, Avusturya-Macaristan ve Almanya’dan başka Türkiye’nin dışarıya ulaşma imkanı kalmamıştı.
Bu müttefiklerimiz bile muhasara çemberi içine alınmış ve bundan dolayı şart olan ihtiyaçların temininde çok büyük zorluklara düşülmüştü. Her şeyden fena, her şeyden tehlikeli, her felaketten berbat olan ekmeksizlikti.
Türkiye’de buğday kalmamıştı. Kalan miktar, İttihat ve Terakki’nin gözdeleri olan karaborsacıların eline bırakılmıştı. Halka vesika ile günde yüz dirhem verilen ekmek süprüntü karışımı idi. Bunu kedi ve köpekler bile yiyemiyordu. Elden satılan asker ekmeğine ise para yetiştirmek herkes için mümkün olmuyordu. Francala yalnız ittihatçı reislere mahsus olup ,bundan Saray-ı hümayun dahi nimetlenemiyordu.
Hükümet ileri gelenleri ve ittihatçı reisler, bazı millet vekilleri birer tüccar olmuşlardı.
Her şey, nakil vasıtaları inhisar (tekel) altına alınmıştı.
İttihat ve Terakki’nin yardımı olmazsa iş görmek, adeta yaşayabilmek imkanı kalmamıştı.
Vagon satmak İttihatçıların adamlarını ihya edici, mesut kılıcı bir menfaat yolu olmuştu.
Reisleri övenlere hediyeler ile memnun edenlere vagon vesikası çıkarma, yeni ihsan şeklini almıştı. Bu evrakları alanlar, evrakları simsarlara devrederler, karşılığında yorulmadan binlerce kağıt para alırlardı.
Bu ve bunun gibi yollar sayesinde savaştan evvel on paraya sahip olmayanlar, milyonlara kavuşmuşlardı.
Çanakkale’de Kara Savaşlarında şehit olan askerlerin yerini doldurabilmek için askerlik şubeleri Anadolu’nun her köşesinden devamlı asker sevkiyatı yapmakta idi.
Mayıs 1915’den itibaren askere alma yaşı 15’e kadar düşürüldükten sonra bile cephedeki boşluğu doldurmak mümkün, olmamış, o zamanki kanunlara göre askere alınmamaları gereken her seviyedeki öğrenciler de askere alınmaya başlamıştı. Türkiye’nin önde gelen liselerinden Konya, Kastamonu, Kayseri, Sivas liseleri boşalmıştı.
Savaşın ilerleyen aylarında askerlerimizin yiyecek, giyecek ve donanımları, cephane ve diğer araç-gereçleri çok zayıflamış ve acınacak hale düşmüşlerdi. Bunlar, tüfeklerini omuzlarına asacak kayışları olmayan, ayakkabılarının altını keçe parçalarıyla destekleyen, üzerindeki elbiseleri lime lime olmuş askerlerdi.
Yemekleri günde iki öğüne düşürülmüş ve şeker, yeşil sebze, meyve gibi yiyecekleri hemen hemen unutmuşlardı.
Çanakkale Savaşlarında askerler ve halk buydu.