Tarihi adım
“Türkiye herhangi bir davet olursa, davete icabet eder. Adımlarımızı buna göre atarız…” Evet, Sn. Erdoğan’ın sarf ettiği bu sözler, geçtiğimiz hafta TBMM’de tescillendi. Böylece Türkiye, terörle mücadelenin çok daha ilerisi için, Kıbrıs Barış Harekâtı kadar tarihi bir karar aldı. Aslında bir manada da, buna mecburdu. Çünkü Mustafa Kemal ve Enver Paşa’nın mücadele ettiği topraklar, yine benzer saiklerle bizi geri çağırmıştı. Zira İran sınırından başlayarak tasarladıkları “terör koridorunu”, Akdeniz ile taçlandırma niyetlerinin artık sır olmaktan çıktığı malumunuz.
Bu minvalde Libya Tezkeresi’nin geleceğimiz, güvenliğimiz ve çıkarlarımız adına, tıpkı K.Irak ve K.Suriye deki gibi cepheyi dağıtmaya, kuşatmayı yarmaya yönelik bir adımın işaret fişeği olduğu net. “Hangi çıkarlarımız, nasıl bir güvenlik kaygısı” demeyin sakın… Takdir edersiniz ki Amerika’sından, Fransa’sına, İsrail’inden Yunanistan’ına, tabi Truva Atları BAE, Mısır ve Suud’un da, Akdeniz’de fink atması, güvenlik kaygısı duymayı kaçınılmaz kılıyor. Çıkarlarımıza gelince ise hiçte azımsanmayacak durumda olduğu açık. Mesela en basiti, Akdeniz’de yatan devasa enerji kaynaklarının sadece küçük bir dilimi dahi, “Yüz senelik ihtiyacımızı karşılamaya, cari açığımızı kapatmaya ve Türkiye’yi uçurmaya” namzet bir değer teşkil ettiği sanırım yeter de artar bile.
Peki, Libya işin neresinde? Hemen söyleyeyim. Akdeniz’in diğer ucu olması hasebiyle, bir kere kritik konuma sahip... BU NİTELİĞİNİ KULLANARAK, LİBYA İLE YAPTIĞIMIZ DENİZ ANLAŞMASI İSE ENERJİ KAYNAKLARI ÜZERİNE KURULAN VE BİZİ AKDENİZ’DE BOĞMAYI HEDEFLEYEN İŞ BİRLİKLERİNİ, ETKİSİZLEŞTİRECEK OYUN BOZUCU BİR HAMLE… Fakat bunun salahiyeti, anlaşmayı imzaladığımız ve BM tanıdığı meşru hükümetin yıkılmamasına bağlı bir anlamda. İşte bizi ilgilendiren bölümü de tam burası… Kısaca ne Suriye’yi, ne Irak’ı, ne de Libya’yı “bataklık” olarak görmeyen Mustafa Kemâl’i referans alırsak; “Libya’da ne işimiz var”, “Türkiye Akdeniz’de niye var”, “Neden Terör Koridoru’na müdahale ediyor” gibi laflar edecek bir lüksümüz bulunmuyor. Yoksa düşmanlarınız asimetrik bir savaş yürütürken, “Tepkisiz kalırsanız, zarar görürsünüz” kuralının işlediği bir dönemde olduğumuz tartışılamaz.
***
Pes doğrusu
Devletimizin geçtiğimiz haftalarda açıkladığı, Milli Otomobil (TOGG) hamlesi üzerine de birkaç kelam edelim isterseniz. Çünkü tarihte birçok kes engellenmesine rağmen, böyle bir sanayi atılımının ete kemiğe bürünmesi hepimizi heyecanlandırdı. Ama gelin görün ki şapkadan tavşan çıkarmakta mahir bir takım güruhun, bildik tavırlar sergileyerek “itibar sarmaya” dönük bir role soyunduğunu da üzülerek izledik. Neymiş efendim; “Tasarımı İtalyan şirket yaptığı için, yerli değilmiş…” Pes doğrusu…
Oysa bu isimlere sorsanız, inanın hepsinin Türkiye’de bir futbol takımını tuttuğunu görürsünüz. Hatta bu takımlarımızın, uluslararası bir başarısında gururlanmaları da cabacı… Bunun konumuzla ne alası mı var? Alakası; kulüplerimizin yabancı bir teknik direktör yahut oyuncu transfer ettiklerinde, Milli kulüp olma vasfını kaybedip kaybetmediğinde saklı. Zira transferlerin uyruğu ne olursa olsun, yaptıkları sözleşme ve formalarındaki arma nedeniyle, takımları adına ter dökmeleri ancak bir profesyonellik göstergesidir. Yani asıl olan takımlarımızın Milli aidiyetidir ki, herhangi bir hizmet alımının bu mefhuma zarar vermediğini, Milli Otomobili (TOGG) eleştirenlerde muhakkak kabul edecektir.
O YÜZDEN ŞU AŞAMADA TASARIMINDAN ZİYADE, OTOMOBİLİN SERMAYESİ VE HANGİ PATENTLE ÜRETİLECEĞİNE BAKMAK, DAHA DOĞRU BİR YOLDUR DEMEK MÜMKÜN. Hoş! Tasarım ekibinin başında, Mercedes'in efsane tasarımcısı Murat Günak'ın bulunduğunu da hatırlatmakta yarar var. Ayrıca TOGG’un tasarımı yapan İtalyan firmanın, bugün Alman Volkswagen grubu için bazı tasarımlar yaptığını ise unutmamak elzem. Anlayacağınız tasarımını İtalyan şirketten alsalar da, Volkswagen’in bir Alman markası olduğu gerçeğini hiçbir şey değiştirmiyor. Öyleyse içerde koparılan bu yaygaraya niye? Boş verin... Türkiye’nin kendi bestelediği şarkıya, kulak verelim yeter…