Tarihe saygı nasıl olmalı?
Biz müze gezmeyiz, kütüphaneleri de yeterince kullanmayız. Türkiye’yi, özellikle de İstanbul’u ziyaret eden turistlerin en fazla sordukları yerler ise müze ve kültür merkezleridir. İstanbul, yedi tepenin üzerinde kurulmuş olan tarihi yarımadanın ismidir. Sur içi olarak da bilinir. Bu alanda ne kadar çok müze ve kültür merkezi yapabilirsek o oranda da turist çekeriz.
Fakat son dönemde bu bölgede ortaya çıkan uyanık
müteahhitler sayesinde tarihi yarımadayı oteller bölgesine çeviriyoruz.
Bulduğumuz her binayı otele dönüştürüyoruz. Doğrusu otelleri sur dışında
yapmak, oradan turisti getirerek tarihi yarımadayı gezdirmektir. Ancak uygulama
tersine işliyor. Bir metre kazdığınızda tarih fışkıran toprağın altınındaki
değerlerimizi de yok ederek birbiri arkasına otel ve otopark yapıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde uzmanlar Yerebatan Sarnıcı’na dikkat
çekerek, sarnıcın üstündeki inşaat faaliyetleri yüzünden her an çökebileceği
konusunda uyardılar. Osmanlı, bu bölgelere özellikle ağır yapılar yapmamış
sadece zarif ahşap konaklar inşa etmiştir. Biz o ahşap binaları sevimli
pansiyonlara çevirmek yerine yıkıp çok odalı ağır beton yapılar inşa etme
konusunda yarışıyoruz.
***
Bunun en önemli örneği meşhur Pembe Konak’ın yıkılarak
otoparka dönüştürülmesidir. O ahşap konak ki, aslında 1800’lerin sonunda inşa
edildiğinde aşı rengine boyanmıştı. Zaman içinde rengi solmuş, güz gülleri gibi
pembeleşmişti. Birinci derecede tarihi eserdi. Ragıp Paşa’nın yaptırdığı konak
1909’dan 1918’e kadar İttihat ve Terakki Partisi’nin merkezi olarak kullanıldı.
Sonra da İstanbul’u işgal eden güçlerin karargâh merkezi oldu. 1924 yılından
1974’e kadar Cumhuriyet gazetesinin merkezi olan Pembe Konak artık yok.
İttihat ve Terakki’yi sevmem ama Pembe Konak restore
edilerek bir müzeye dönüştürülemez miydi? İstanbul İşgal Kuvvetleri Müzesi bile
yapılabilirdi. Böyle sembol bir yapıyı otel ve otopark yapmak hangi akla
hizmetti? Milli Eğitim’in yanan tarihi il merkezi de aynı yolda ilerliyor. Bu eşsiz
kültür değerlerimize sahip çıkmamız gerekmez mi? Kaç tane böyle değerli yapımız
var ki, müze, kültür merkezi ve kütüphane yapmak yerine birer ikişer otele
dönüştürüyoruz?
Bu bölgedeki en büyük yanlışlardan biri de Osmanlı
Arşivleri’nin Kâğıthane Deresi’nin kıyısına taşınmasıydı. Osmanlı’nın özene
bezene sakladığı yüz milyonlarca belge için nem ve küf tehlikesinin olduğu bir
bölgeye taşımak olsa olsa tarih bilincinden yoksun zihinlerin eseriydi. Bu
konuda dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı bile yanılttılar.
***
Yer seçimi konusunda karar veren dönemin bakanı müteahhitlik
yaptığı dönemde Fatih Kıztaşı’ndaki Bizans eserleri üzerine apartman diken
kişiydi. Konuştuğunuzda o apartmanlarda oturan toprak sahipleri bu gerçeği açık
açık söylüyorlar. Bu şekilde tarihe saygısı olmayan, alttan çıkan tarihin
yaptığı binadan çok daha değerli olduğunu fark etmeyen bir yönetici Osmanlı
Arşivleri için de yanlış yer seçimi yaparak Osmanlı ve Türk tarihine en büyük
kötülüğü yapmıştı.
Osmanlı Arşivleri binası yapılıp bitmiş, Cumhurbaşkanı
Erdoğan da söylentileri hatırlatarak arşivlerin bayrak kadar değerli olduğunu
vurgulayıp bir tehlike ortaya çıkarsa yapanların büyük vebal altında kalacağını
söylemişti. Arşivler nem kapmaya başlayınca üç yıl önce bir ihale açılarak
temellerin susuzlaştırılması çalışması yapıldı. Fakat bu kesinlikle çözüm
değil. Acilen yeni bir arşiv merkezi yapılarak Osmanlı Arşivleri nemin olmadığı
yüksek bir yere taşınmalıdır.
Bu konudaki hassasiyeti Darülaceze yapılırken yer seçimi
konusunda Hükümetin kendisine teklif ettiği yerlerin nemden dolayı yaşamaya
elverişli olmadığını vurgulayıp Kağıthane Tepesine yapılmasını isteyen Sultan
II. Abdülhamid Han göstermiş, bölgede istimlak edilen çiftliklerin parasını da
kendi hazinesinden ödemişti. Yeni yapılacak Osmanlı Arşivleri’nin parası da yer
seçimini yanlış yapan dönemin bakanı ve Cumhurbaşkanı’nı yanıltan müteahhitten
alınmalıdır. Cağaloğlu’nda otel yapmak için tepinen dozerler de Yerebatan
Sarnıcı’nın içine düşmeden acilen tedbir alınmalıdır.