Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Ağustos 2019

Tarih yazımı ve sekülerlik (1)

Günümüzün beşeri bilimleri sekülerleşmeyi bütün toplumların ulaşacakları zorunlu bir varış noktası olarak niteler. Söyleme göre sanayileşme sonrası oluşan kent toplumu insanı, geleneksel hayatın getirdiği dinsellikten kurtulacaktır. Kurtulacaktır, çünkü sanayi dine dayalı geleneği yok ederek, kendi önceliklerine göre hayatı yeniden örgütlemektedir.

Üstelik bu aşama ilerlemenin tabii bir sonucu olup tarihin hedefidir de.

Bu iddiaya karşı Yasin Aktay Tezkire yayınlarından çıkan “İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları” isimli eseri ile itiraz eder. Konuyu işlerken her zaman ki ustalığıyla savunduğu fikirlerin alt yapısını entelektüel beceri ve bilgi birikimi ile tatmin edici bir şekilde doldurur.

Okuyucularım takdir edecektir ki Sayın Aktay, iyi bir siyasetçi olmanın öncesinde hatta ötesinde, iyi bir düşünce erbabıdır da aynı zamanda.

Müellif Modernizmin ortaya sürdüğü bu sava iki açıdan yanıt verir. İlki sekülerleşmenin zorunluluğu iddiası evvela tarih yazımı ile doğrudan alakalıdır. İkincisi de bu iddia Modernizmin temelini oluşturan aydınlanmanın, Kant’tan beri sürdürüle gelen misyonunun yani “özne kuruculuk” rolünün bir neticesidir.

Yani bu söylem belli bir niyetsellikten hâlî değildir.

Bunların yanında üstad, sekülerleşme/dünyevileşme ile dinsellik arasındaki çatışmanın yeni bir vakıa olmayıp insanın yaratılışından beri yaşanan bir gerilim olduğunu ve her iki tavır alışında insandan kaynaklandığını ifade eder.

“Tarihyazımı” tarihe atfedilen bir hikâye üzerine bina olunur. Hikâyenin bir başrol oyuncusu vardır. Senaryo bu başrol üzerine kurgulanır. Mesela Marksist felsefeye göre tarihi oluşturan ana etken sınıf çatışmasıdır. Bu çatışma sınıflı toplumların ortaya çıkması ile çıkmış, sınıfsız toplumun tekrar oluşması ile yani sosyalizm aşamasına gelinmesi ile sona erecektir. Sosyalizmden sonra “yeteneklerine göre herkesten, ihtiyacına göre herkese” aşaması yani Komünizm aşaması ile insanlık yeryüzü cennetine kavuşacaktır. Böylece tarih amacı olan son durağına ulaşmış olacaktır.

Tıpkı liberal dünya görüşünün liberalizmi dünyanın sonu ilan ettiği gibi…

İşte bu tarihyazımı anlatılarının bir başkası da “seküler” anlatıdır. Daha doğrusu hikâyenin merkezine sekülerliğin monte edildiği tarih yazımıdır. Bu bağlamda dünyada olan biten bütün işler anlatının başkahramanı seküler tez üzerinden anlaşılmakta ve ele alınmaktadır.

Netice olarak insanlık tarihin amacının dinsel düşüncenin terki ve dünyevileşmenin kaçınılmaz zorunluluk olduğu vehmi ile baş başa bırakılmaktadır.

Yasin Aktay bu olanı “Özne Kuruculuk” olarak niteler. Ve bunu da Kant’ın “Aydınlanma nedir?” sorusuna verdiği cevaba yapı söküm uygulamak yoluyla ulaşır.

Kant Aydınlanmayı şöyle izah eder:

Aydınlanma insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.”

Sayın Aktay evvela şu soruyu sorar: İnsanın aklını kullanmaması, bu cesareti gösterememesi yahut aklını başkalarının kılavuzluğuna başvurarak kullanması, bu konuda ergin olması gerektiği hususundaki ikazlar sadece Aydınlanma çağı ile mi sınırlıdır? Aydınlanmaya gelinceye kadar hangi dini yahut ideolojik çağrı bunun tersini yapmıştır ki? Kant’a bakılacak olursa Aktay’ın ifadesi ile insan sanki “tarihin şimdiye kadar ki döneminde insanların kendi aklı yerine başkasının aklını kullanmak üzerinde adeta ittifak ettikleri” şeklindeki bir zehaba kapılacaktır.

Hâlbuki tarih boyunca hiçbir fikir sistemi, ideoloji yahut din aklı kullanmaya Aydınlanma’nın çağrısından daha az çağrı da bulunmamıştır. Bütün yeni bir şeyler söyleyen çağrılar insanları mevcudu yargılamaları açısından akıllarını kullanmaya davet etmişlerdir

Mesela İslam, Mekke toplumunda insanları yerleşik gelenekten, Putçu anlayıştan soğutmak için onları akıllarını kullanmaya davet etmiştir. Dahası onlara bu davette bulunurken akıllarını, atalarının dininden, atalarından gördükleri gelenekten bağımsız olarak kullanmaya çağırmıştı.

Yani atalar mirasını akıllarına kılavuz tutmamaları doğrultusunda müşrikleri uyarmıştı.

O zaman Kant’ın Aydınlanmayı yorumlarken orijinalliği nerede kalmaktadır?