Tapar da Öldü Zaten
“Tapar da öldü zaten.” Bir arkadaşımdan bir şey isteyecek oldum ki bu sözü işittim. Hâlbuki iki gün önce on üç güvenlik görevlimiz şehit düşmüştü. Bu hususta çok şey konuşulacak büyük bir acının arifesindeydik. Hiç konuşmasak bari susacak, yas edecek bir hali pürmelale bürünmeliydik.
Dile kolay tam on üç güvenlik görevlimiz şehit düşmüş. Ya biz ne yapıyoruz? Susarak anlatacak duygularımızı yok edip çağlar ötesinden, tarihi bir olayın etkisinde, televizyon dizisi etkisinde kalıyor, realiteden kaçabildiğimiz kadar kaçıyoruz.
“Tapar da öldü zaten.” Sözü beni ne kadar etkilemişti, bilmiyorum. Ama Tapar’ın öldüğü vakit onun yasını tutanlar, ona ağıt yakanları vardı elbette. Kim bilir Sultan Sencer’in Şairleri Muizzî, Atsız gibi Onun da şairleri vardı. Onun için mersiyeler yazmış, mersiyeler okumuşlardı. Nasıl ki Osmanlı padişahı Sultan Süleyman vefat ettiğinde şair Baki
“Nam u nişane kalmadı faslı bahardan
Çemende berg-i dıraht düştü itibardan”
Diyerek Sultanın ölümü dolayısıyla sadece insanların değil tabiatın bile yas tuttuğunu yazmıştı. Hani Divan şiiri hayattan kopuktur diyenler var ya. Bu bilgi onlara gelsin. Biz Tapar’a devam edelim. Sahi Tapar ne zaman ölmüştü, Tapar kimdi? Tapar’ı şimdiye kadar bilmeyenler neden Tapar’la oturup Tapar’la kalkmıştı.
Şimdi soruyorum. Bundan bin yıl önce vefat eden Büyük Selçuklu Hükümdarlarından Muhammed Tapar ya da Melik Tapar’ı bir dizi film senaryosu gereği öldürüldü de ekranları başında herkes kahrolmuştu... Tapar, ölmüş mü, ölmemiş mi önümüzdeki haftalarda belli olacak.
Yıllar önce bu tür senaryolar, gazetelerde tefrika şeklinde çıkar ve sonra romanlaşırdı. Mesela tek parti döneminin tek gazetesi olan Cumhuriyet gazetesinde tek şair olan Nazım Hikmet’in böyle bir tefrikası vardı. Bu da nerden çıktı diye itiraz etmeyin. Nazım Hikmet’in bir yerde pasif nihilist damarı ortaya çıkmış ve tefrikasının bir yerinde kahramanını öldürmüştü. Ertesi gün gazetenin önünde mahşeri bir kalabalık toplanmış ve Nazım Hikmet’e hitaben
“Lütfen kahramanı öldürmeyin” dövizleri taşımıştı.
Şimdi korkarım ki millet “uyanış Büyük Selçuklu” dizi setinin önünde ya da TRT binası önünde toplanır, lütfen “Tapar’ı öldürmeyin” dövizleri taşımasın.
“Tapar da öldü zaten.” Cümlesini işitince aklıma şair Arif Ay’ın “Diplomasi” şiiri gelmişti. “Sümerler’den mektup bekliyorum” mısraı ile başlayan çok ilginç bir şiirdi. Şairlerin şiirlerinde Leyla ile Mecnun her daim güncelliğini korusa da telmihi Sümerler’e kadar götürmesi, sonra da Sümerler yerine İstanbul Etiler semtini işin içine katması, ancak şairlere has bir ironiydi. (Şiiri merak edenler için Bkz. Edebiyat Ortamı Mart Nisan 2019 Sayısı, sayfa 4)
Eskiden damdan dama atlardık, şimdilerde ise çağdan çağa atlıyoruz. Tarihî ve tarihî şahsiyetleri bu kadar günlük kullanıma koyma trajedisi de bence batı merkezli. dizilerin ve televizyonların nihai amacı reyting dediğimiz bir ölçüdür. En azından insan-ı kâmil yetiştirmiyorlar. İrfanî bilgileri ya da irfanî değerleri bize aşılamıyor. Çoğumuz kalın kalın kişisel gelişim kitapları okuyup televizyonların kişisel gelişim programlarını takip etmişizdir. Ne kadar çok geliştik. Gerisi malum.
Dijital dünya toplumu aşırı yozlaştırdı. Tarihi değerler zedelendi. Şimdi sanal âlem ve salgı dönemiyle insan yalnızlaştı. Modernizmin bize teslim ettiği şartları neden kabul ediyoruz. Toplum daha fazla yozlaşmadan, tarihî değerler ortadan kaybolmadan bizi mutlu kılacak çöldeki çiçekleri toplamalıyız. Toplamalıyız ki bu seraptan kurtulmalıyız.
Haberlerde on üç güvenlik görevlimiz şehit düştü denildiğinde geçici bir acı yüreklerde hissedilmesin. Ve bu acı diğer haberle birlikte başkalaşmasın, buharlaşmasın. Duamız odur ki Muhammed Tapar’a da Allah rahmet eylesin, şehitlerimize de.