Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.81
Gram Altın
2974.26
BIST 100
9741.78
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Haziran 2020

Tanzimat yeniliğinin retorik problemleri

Hilmi Ziya Ülken Aydınlanma Çağında Tercümenin Rolü adlı eserinde uzun uzadıya ve örnekleriyle medeniyetler arasındaki etkileşimde “tercümenin” önemine vurgu yapar. Ona göre iradesi güçlenen, patlama ve genişleme potansiyeli taşıyan bütün medeniyetler kendilerinden önceki ve kendileri dışındaki birikimi arkalarına almak zorundadır. “Ayrı ayrı medeniyetleri açar gibi görünen büyük ‘uyanışlar’, hakikatte, gittikçe genişleyen sürekli tefekkürle birbirine bağlıdır.” der. Haddizatında ister bireysel isterse toplumsal düzeyde olsun bütün aydınlanmalar varlığını bir şekilde doğru etkilenmelere borçludur çünkü doğru etkilenme zaten güçlü olan bünyenin imkanlarını olduğundan daha fazla genişleterek iradeyi yaygınlaştırmanın, o iradenin gerisindeki zihniyeti kuvvetlendirip genişletmenin en önemli aracıdır. Burada Ülken’in “genişleyen sürekli tefekkür” dediği şey “etkilenmenin karşılıklılığına” ve etkileyen kültür ile etkilenen kültür arasındaki sağlıklı ilişkiye vurgu yapar. Eğer etki tek taraflı ve birinin diğeri üzerinde hegemonya kurması şeklinde gerçekleşiyorsa bu, etkilenen tarafın zamanla kimlik aşımına, kimlik yitimine ve en nihayetinde yozlaşmadan kaynaklı olarak kimlik inkarına yol açar ki Türkiye’de Batı üzerinden ve tercümelerle gerçekleşen “aydınlanma” hareketi tam da buna örnektir. Ülken de Tanzimat “yeniliğini” tam olarak bu şekilde temellendirir. Tanzimatçıların tercümenin gücünün farkında olduklarını ancak onunla fikir savaşı vermek yerine ona büsbütün teslim olduklarını söyler kitabının giriş bölümünde.

Yakınlarda yayın hayatına giren, Kesit Yayıncılığın iddialı metinleri arasında yer bulmaya aday ve Dr. Kemal Şamlıoğlu’na ait Tanzimat Yeniliğinin Retorik Problemleri adlı kitap tam da bu savın üzerine oturmaktadır: Tanzimat yeniliği, önceki medeniyet değiştirmelerinden farklı olarak bir etkileşim değil tam manasıyla bir etkilenme sürecidir yazara göre. Fikrini “öteki”yle kuvvetlendirmenin bir arayışı değil düşerken can havliyle sarıldığın zayıf tutamağın düşüşü hafifletmesi umulurken hızlandırmasının hikayesidir bu anlamda Tanzimat yeniliği.

Tanzimat Yeniliğinin Retorik Problemleri hemen her hattıyla bir Tanzimat süreci topografyasıdır: Eserin edebiyat biliminin sınırlarını aşarak sosyolojiden zihniyet tarihine, kavram içeriklerinden psikolojiye, tarihten kültür analizine kadar sayısız sosyal bilim boyutunu zorladığı ve dokunduğu her alana yeni imkanlar sunacak tohumlar bıraktığı rahatlıkla söylenebilir. Bu yönüyle bir Tanzimat arkeolojisi çalışması hüviyetinde ortaya çıkan kitabın edebiyat biliminin sınırlarını da genişleterek onunla geleneksel bağı bulunan sosyal bilimler arasındaki ilişkinin pratik zeminlerine dair sayısız örnek verdiğini de ifade etmeli.

Haddizatında farklı bilim alanlarında Tanzimat süreçlerine dair yayınlar oldukça kabarık. Hatta denebilir ki sosyal bilimlerin farklı şubelerinde yapılan artzamanlı çalışmaların büyük yoğunluğunu Tanzimat sürecine dair yapılanlar oluşturuyor. Ancak özellikle Tanzimat’a dair edebiyat bilimi alanındaki çalışmalar hep bir metin özeti, metin tahlili ve dönem analizi olarak karşımıza çıktı. İlk defa Dr. Kemal Şamlıoğlu ve bu metin nezdinde edebiyat biliminin imkanları zorlanarak dönemin özgün metinleri üzerinden kavram analizlerinden zihniyet analizlerine, oradan dönemin temel paradigmalarına ulaşılma gayreti gütmüş edebiyatın kendi iç dinamikleri harekete geçirilerek tarihsel, sosyolojik, psikolojik, arkeolojik mikro analizlere girişilmiştir. Edebiyat bilimi ve Yeni Türk edebiyatı çalışmaları için kullanılan bu yöntem yenidir ve gerçekte başlangıçtan beri yapılması gereken buydu belki de. Çünkü medeniyet ve kültürlerin bütün dönüşüm süreçlerinde önce kelimeler, sonra zihniyetler ardından da güncel yaşamlar etkileniyor. Belki de ilk defa Şamlıoğlu’nun bu kitabı vesilesiyle Tanzimat’ın Doğu ile Batı arasına sıkışıp kalmış düalist, çekinik, mütereddit, edilgin zihniyetinin hikayesini kavramlar, zihniyetler ve iç dünyalar üzerinden takip etme şansı oluyor Türk okuyucusunun.

Kitap Giriş hariç üç bölümden oluşuyor. Yazar Giriş’te Tanzimat sürecindeki yeni inşanın epistemik temellerine eğiliyor ve oradan Şinasi, Namık Kemal, Mustafa Reşit Paşa üzerinden Türkiye’nin nasıl dönüştürüldüğünün, bu dönüşümün zihni altyapı ve paradigmalarının nasıl siyasete tahvil edildiğinin analizine geçiyor. Burada yazar aslında Türkiye’nin Batılılaştırılmasının sadece geleneksel edebiyattan kopuş, modern edebiyata geçiş anlamını taşımadığını aynı zamanda memleketin topyekun bir zihniyet dönüşümü yaşadığını ve bu dönüşümün kavram savaşları üzerinden gerçekleştiğini ifade ediyor.

Kitabın ikinci bölümü Tanzimat’ın adlandırılması meselesini irdeliyor. Bir nizam verme, düzenleme olarak Tanzimat sürecinin hem Tanzimat Layihası üzerinden hem de Islahat Fermanı ve bu ikisinin yedeğine aldığı edebiyat dünyasının “kavramlar”ı üzerinden nasıl nevzuhur bir eksene yerleştirildiğinin analitik hikayesi var bu bölümde.

İslam Düşüncesinin Kaynaksal Açıdan Sansür Alanları adını taşıyan üçüncü bölümde bu büyük medeniyet değişiminin, bu topyekun Batılılaşma hareketinin kültür ve edebiyat alanındaki eski ile yeni, gelenek ile modern arasındaki çatışmanın köklerine iniyor. Genel olarak edebiyat dünyasında özelde ise geleneksel edebiyat türleri ile modern edebiyat türleri arasında nasıl kıyasıya bir mücadeleye girildiğinin ve yerli ile milli olanın nasıl hoyratça harcandığının da farklı resimlerini veriyor bu bölüm.

Kitabın dördüncü ve son bölümü Edebi Dildeki Kavramsal Değişimin Zihniyet ile İlişkisi’ne eğiliyor. Burada da yazar özellikle Doğu dünyasında iç içe geçmiş edebi dünya ile gerçek dünya arasındaki ilişkiden yararlanılarak edebiyatın hayat karşısında nasıl araçsallaştırıldığını, bu araçsallaştırılmada cümlelerin nasıl silah, kelimelerin ise nasıl mermi olarak kurgulandığını örnekleriyle ortaya koyuyor.

Kitap sadece bir dönemin zihniyetine tutulmuş arkeolojik ve analitik bir ışık sunmuyor bize aynı zamanda Osmanlı devletinin o büyük dönüşüm sürecinde içine girdiği, boğuştuğu kültürel savaşın hemen her mevzisi her cephesi ve her hattındaki yanlışların altında ezilen doğruların, hataların gerisinde kalan sevapların, yeni kötülüklerin hırpani bedenleri tarafından çiğnenen eski iyiliklerin de yakın çekimlerini, radyolojik görüntü analizlerini barındırıyor. Her cümlesinden ne kadar büyük bir emek ürünü, ne derecede ağır bir fikir işkencesi çekildiği anlaşılan kitabın yazarını tebrik ederim. Türkiye’deki zihniyet dönüşümünü edebiyat metinleri üzerinden irdeleyen böylesi ‘çaplı’ çalışmalar çoğalmalı.